Bir ölü yatıyor
Vurdular
Kurşun yarası
Kızıl bir karanfil açmış alnında
istanbul'da Beyazıt meydanında.
Bir ölü yatacak
Toprağa şıp şıp damlayacak kanı
Silahlı milletim hürriyet türküleriyle gelip
Zaptedene kadar büyük meydanı.
Nazım HiKMET
Yer istanbul Üniversitesi, Tarih 16 Mart 1978.
Dehşet verici bir patlama ve ortalığı karanlığa gömen kara bir duman... Yüzlerde şaşkınlık, tedirginlik...
7 öğrencinin ölümü, onlarcasının yaralanmasıyla sonuçlanan 16 Mart Katliamının üzerinden tam 31 yıl geçti. Ve bu yıl da katledilen 7 öğrenci kırmızı karanfillerle anılacak, sorumluların yargılanması istenecek. Peki katliamı gerçekleştirenler, gerçekleşmesine göz yumanlar, bütün bunları nereden izleyecek?
Beyazıt kan gölüne döndü
1 Mart 1978 gününden itibaren okula topluca girip çıkma kararı almıştı devrimci öğrenciler. Tıpkı geçmiş 16 gün gibi, o gün de topluca okuldan çıkıyorlardı; saldırılara karşı kol kola girerek ve faşistlerle karşılıklı slogan atarak. Beyazıt Meydanı Komünistlere mezar olacak sloganı büyük bir gürültü ve yoğun silah sesleriyle eyleme dönüştü. Ortalığı karanlığa boğan duman ve şaşkınlık geçince, yaşanan katliamın korkunç yüzü ortaya çıktı. Beyazıt Meydanı kan gölüne dönmüştü. Hukuk ve iktisat Fakültesinde okuyan öğrencilerden Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Hatice Özen, Abdullah Şimşek, Murat Kurt, Hamdi Akıl, Turan Ören hayatını kaybetmiş, 50den fazla öğrenci de yaralanmıştı. Katledilen öğrencilerin cenazesi binlerce kişinin katıldığı bir törenle Beyazıttan kaldırıldı.
Polis öğrencileri zorla çıkardı
Katliamın sonrasında yaşananlar ise tam anlamıyla bir skandaldı. Katillerin üzerine gitmesi gereken devlet, katliamı unutturmayı, delilleri yoketmeyi ve katliamın sorumlularını yargı önüne çıkarmak isteyen avukatları cezalandırmayı seçti.
Dönemin Toplum Polisi Veli Murat Nebioğlu, katliamdan 9 gün önce istanbulun tüm emniyet birimlerine katliamın olacağı yönünde yolladığı resmi yazıda şu bilgilere yer veriyordu: istanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde 8 Mart 1978 günü ülkücü gruba mensup öğrencilerin, karşı görüşlü öğrencilere Amfi-1de saldıracakları, sol gruba mensup öğrencilerin fakülteye gelmeye devam etmeleri halinde de 8-10 gün içinde bu grup üzerine bomba atılacağı istihbarat olunmuştur...
Ancak 9 gün önceden bildirilen katliam konusunda polis önlem almadığı gibi, katliamı gerçekleştirenlere de yardım etti.
Diğer günlerde olduğu gibi 16 Mart günü de Süleymaniyeden çıkmak üzere harekete geçen öğrencilere polis izin vermedi. Üniversite polis noktası amiri Reşat Altay ve ekibi, öğrencileri ön kapıdan çıkmaya zorladı.
Polislere koşmayın emri verdi
Polisin katliamı gerçekleştiren polise yardımı bundan ibaret değildi. Katliamı gerçekleştirenler olay yerinden hızla uzaklaşırken, arkalarından koşan polis memurları da Durun... Koşmayın...emri ile geri döndüler. Bu komutu veren devrimci öğrencileri zorla ön kapıdan çıkaran Reşat Altaydı. Altayın bu çabasının karşılığını aldı. Önce istanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü yardımcılığına sonra da Niğde Emniyet Müdürlüğüne atandı.
Katliamın dosyası tozlu raflarda
Katliamı gerçekleştirenleri korumak için elinden gelini yapan yetkililerin çabaları yargı aşamasında da devam etti. Tanıkların ifadeleri doğrultusunda dönemin Ülkü Ocakları Derneği (ÜOD) istanbul Şube Başkanı Orhan Çakıroğlu, ÜOD yöneticilerinden Mehmet Gül, dönemin MHP Gençlik Kolları Kazım Ayaydın, ÜODli Sıddık Polat ve Ahmet Hamdi Paksoy, katliamı planlayıp uygulamak suçundan istanbul 1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesinde yargılandı. Sanıklar delillerin yetersiz olduğu gerekçesiyle beraat ederken, sadece Sıddık Polata 11 yıl hapis cezası verildi. Ancak onun hakkında da Askeri Yargıtay, 5 Ekim 1982 tarihinde beraat kararı verdi.
Katliam 17 yıl sonra...
16 Mart Katliamı davası 1988 yılında kadar tozlu raflara kaldırıldı. Bir grup avukat 16 Mart 1988 yılında Eczacılık Fakültesi önünde bir basın açıklaması düzenleyerek katliam hakkında bilgisi ve tanıklığı olan herkesin kendileriyle irtibat kurmaya çağırıyordu.
Bütün bu olaylar yaşanırken katliamı gerçekleştiren ve ülkücüler tarafından konuşulmasından endişe edilip öldürülen Zülküf isotun ablası Remziye Akyol, olayla ilgili çok ciddi açıklamalarda bulundu. Avukatlar topladıkları delillerle 1992 yılında istanbul Cumhuriyet Savcılığına müracaat ederek iadeyi Muhakeme talebinde bulundular. Avukatların bu talebi ancak 1 Haziran 1995 yılında hayata geçti.
Emri Türkeş verdi
Yeniden açılan dava istanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmeye başlandı. Remziye Akyolun ifadeleri yeni açılan dava için çok önemliydi. Çünkü Akyolun ifadeleri Latif Aktı ve Sıddık Polatla birlikte polis memuru Mustafa Doğanı da işaret ediyordu. Akyol, mahkemeye verdiği ifadede, katliamı kardeşinin Mustafa Doğan, Latif Aktı ve Sıddık Polatla birlikte gerçekleştirdiğini söyleyerek, emri MHP lideri Alparslan Türkeşin verdiğini açıkladı.
Ancak davanın en önemli sanıklarından olan Mustafa Doğan sanık sandalyesine hiçbir zaman oturmadı. Savcılık, istanbul Emniyet Müdürlüğüne Mustafa Doğanın bulunması ve mahkemeye getirilmesi için defalarca yazı yazdı. Emniyetten gelen cevap, Doğanın Mart 1978de istanbul Toplum Polisi görevinde bulunduğu, fakat kısa bir süre sonra polislikten istifa ettiğini bildiriyordu.
Yazının altındaki imza çok ilginçti. imza 16 Mart 1978 yılında devrimci öğrencilerin ön kapıdan çıkmaya zorlayan ve katliamı gerçekleştirenlerin arkasından koşan polise Durun... Koşmayın... emrini veren Reşat Altaya aitti. Altay, istanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadeleden sorumlu Müdür Yardımcısı sıfatıyla yazıya imzayı atmıştı. Kuşkusuz 1997 Mayısında Mustafa Doğanın emniyetçe aranmadığı, hatta arama emrinin dahi bulunmadığı gerçeğinin ortaya çıkması bir başka skandaldı.
Dosya sayfaları eksik
8 Temmuz 1996 tarihli duruşmayla birbiri ardına yaşanan skandallara bir yenisi daha eklendi. Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinden istenilen MHP Ana Davasının gerekçeli kararında, başta Alparslan Türkeş olmak üzere bazı MHP yöneticilerinin isimlerinin yer aldığı sayfaların eksik olarak gönderildiği ortaya çıktı.
Çatlı devletin her kademesinde
Davada ortaya çıkan en önemli olaylardan biri de kuşkusuz Susurluk kazasıyla adını sıkça duyduğumuz ve üst düzey yetkililerle ilişkilerini hayretle dinlediğimiz Apdullah Çatlıydı. Çatlının, 16 Mart tarihinde gerçekleşen ve 7 kişinin ölümü, yüzlerce kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan katliamdaki bombaları temin ettiği ortaya çıktı. 24 Kasım 1997 tarihli duruşmada tanık olarak dinlenen emekli Astsubay Oğuz Serçinlioğlunun verdiği bilgiler, ordu-çete ilişkisini gözler önüne seriyordu. Serçinlioğlu, Çatlıya verilen TNT kalıplarının ordu tarafından temin edildiğini söylüyordu.
istanbul DGM, Susurluk Davası çerçevesinde yaptığı bir araştırmada olaylar sırasında polislere Durun... Koşmayın... emrini veren Reşat Altayın Çatlıyla beş kez telefon görüşmesi yaptığını belirlemesi de, katliamdan devletin ne kadar haberdar olduğunu ve davayı engellemek için elinden geleni yaptığını açıklıyordu.