sadece kendi çocukluğum için mi geçerli bilmiyorum ancak 90'lı yıllar çocukları olarak ben ve bir grup mahalle arkadaşımızın çocukluğunun vazgeçilmez aletiydi keser. o yıllarda teknoloji her ne kadar patenleri, kaykayları, hatta ışıklı ayakkabıları geliştirerek günün çocukları olan bizlere birer arzu objesi olarak sunsa da, bizim için vazgeçilmez eğlence olan, keser ve o keserle yaptığımız garip oyuncaklar olmuştu her zaman.
o yıllarda, oyun oynamak diyince, bizim mahalle için en popüler olan iki oyuncak vardı. birincisi, çevreden kolayca edindiğimiz, naylon branda benzeri materyallerle, henüz karadenizli müteahitlerin üzerine devasa binalar dikmediği boş arsalara kurduğumuz, altında yağmurun kurduğumuz derme çatma yapıya değişini izlediğimiz, çadır benzeri yapılar yapmaktı. havanın bulutlanmasına mütakip keserini kapan mahalle çocuğu çıkar boş arsaya kendi çadırını yapar, başka çadırlardan misafirler ağırlar, kendi yarattığı yurt hayaliyle, başka çadırlara kendince savaşlar açardı. keserler de bu medeniyetin kurulmasında, imarında ve restarasyonunda büyük önem taşırdı.
oynamaktan zevk aldığımız diğer oyuncağımız, mahalle çocukları olarak, sürü halinde tamircilere koşarak edindiğimiz, bozuk ve gayet gürültü çıkaran, motor bilyalarından yaptığımız, kendimizce bilyalı veya tornet adını verdiğimiz, sadece yokuştan aşağı kaymaya yaran ilkel bir taşıttı. bir uzun tahta ana gövde olarak kullanılırdı. arka tarafa bir kaç ek tahta ve onun üzerine 2 ucuna ufak bilyalardan koyduğumuz uzun bir tahtadan oluşan sistemle arka tekerlekler, ön tarafa ise 2 tane kalın tahtanın dikey olarak ana tahtaya çakılması ve direksiyon olarak kullandığımız, tam ortasına büyük bir bilya bulunan uzun bir tahta monte edilerek ön tekerlek mekanizması yapılırdı. bu mekanızma, bilya 2 dikey tahta arasında dönecek şekilde, monte edildikten sonra, üzerine binince sağa veya sola ayağımızla oynatarak kontrol etme imkanına sahip olarak basit bir bilyalı modeli elde etmiş olurduk.
tabidir ki, bu kadar çakma, kesme, yontma işlemi için yegane yardımcımız, inşaatlardan aşırdığımız çiviler ve keserlerimizdi. keser kullanma kabiliyetine göre çocuklar, bu bilyalı veya tornet denen ilkel taşıtlarına, ana gövdeye dikey olarak çaktıkları çubuklarla el freni, ya da ailenin bodruma kaldırdığı kırık sandalyelerinin oturma bölgelerini dikey ve yatay olarak ana gövdeye sabitleyip, şöför koltuğu vb.. hayal gücünü zorlayan mekanizmalarla yaptıkları, aslında primitif, ancak dönemine göre göz kamaştırıcı oyuncaklarıyla birbirlerine hava atarlardı. hatta aslında kullanmak için ayakların çalışmasından başka bir şart gerektirmeyen bu oyuncaklar için, tecrübeli çocuklar kiremit üzerine yazılmış ehliyet tabletler hazırlardı. yola çıkan arabalar ve geçirdiğimiz ufak kazalar, kendi aramızda birbirlerimize anlattığımız, maksimum 10 olan yaşlarımızı, yıllarını kamyon sürerek geçirmiş bir büyüğün çileli yaşamı gibi sunma imkanı sağlardı.
neticem odur ki, 80'lerin çocukları için yaratıcılık konusunda kibritten ev neyse, 90'ların çocukları içinse keser o demekti.