ben soğuk bir sonbahar günü tanıştım onunla. soğuktu, o güz olmadığı kadar... ağlıyordum ben; elimde şemsiye yağmurun altında yürüyordum tek başıma. sonra onu gördüm işte. o... gördüğüm an ondan kopamayacağımı anlamıştım. bana sarıldı, yaralarımı sardı. herkesten çok dinledi beni, bıkmadı. yeri geldi bağırdı, yeri geldi küfretti kız olduğumu umursamadan. ama gönlümü almasını da bildi. ona hayranım. ama bu hayranlık, aşk değil. memleketteki öküzlerin birbirine karıştırdığı iki temel duygudur bu. onu seviyorsan, biraz da hayransan aşık oldum sanarsın. ama değil. içimde kocamaaan bir sevgi var. eline diken batacak diye korkuyorum. hani bir anne çocuğunu nasıl sever; ben de öyle seviyorum işte.
onun da aynı şekilde. ama hiiç birbirimize o gözle bakmadık biz. yeri geldi çimlerde yuvarlandık, abazaların tabiriyle düştük kalktık, birlikte uyuduk sımsıkı sarılarak. ama ne o ne de ben birbirimizi yanlış anladık. çünkü o benim içimi okur, ben de onun. belki onu annemden bile daha çok seviyorumdur? belki ondan bile daha fazla yanımda olduğu için... bilmiyorum. ama bildiğim bir şey varsa ben bu çocuğu canımın yarısıymış gibi seviyorum. kalplerimiz aynı anda çarpıyormuş gibi... hatta meleklerin tanrıyı sevdiği gibi seviyorum; baş kaldıramadan. canım benim. kan kardeşim. can yoldaşım. iyi ki varsın...