kürt sorununa dair poisonx rumuzlu yazar kardeşimle özel mesaj aygıtı üzerinden yaptığımız fikir teatisi, görüş alışverişinde bulunulan mektupların kitaplaştırılmasının bir nevi tekinolocik versiyonu. moderasyon için peşin not, bu mesajların yayınlanmasında poisonx'in görüşüne başvurulmuş, kendisinin de rızası alınmıştır.
(#4146066)merhaba. ben yazını baştan sona okudum ve yer yer sana ciddi anlamda hak verirken, yer yer de çelişkilere düştüm üstad. kürtlere yönelik bir baskının olduğu muhakkak... hiç unutmuyorum üniversitenin ilk senesinde silvan(diyarbakır)'lı 2 insan(birisi sınıf arkadaşım birisini hiç tanımıyorum o zamanlar) ile aynı evi paylaştım 1-1,5 ay kadar. insanlıklarından yana(hele ki tanımıyordum dediğim arkadaşım) hiç bir şekilde lafım yok. en az benim kadar insanlardı ikisi de. ancak her akşam evde aynı muhabbet vardı. "biz ikinci sınıf muamelesi görüyoruz" diyorlardı ikisi birden. ve ben de kısmen hak veriyordum. ki insanlara "silvan'lıyım" dediğin anda surat ifadeleri çok net bir kıstastır bu konuda. ancak başbakanlık burslarına başvurduğumuzda devlet eli ile bir ayrım yapılmadığını çok net gördüm. yani şöyle söyleyeyim arkadaşımın babasının baskı(t-shirt v.s.) atölyesi var ancak dedesinin üstüne... ve 10 kardeşler. harcadığı parayı kendi gözüm ile görüyorum(ki gözüm olduğundan söylemiyorum Allah daha çok versin) ancak başbakanlık bursu bana değil adama çıktı. benim peder emekli söylemesi ayıp(!) 700-800 arası bir maaş alıyordu o zamanlar yarısını bana yolluyor, yarısı ile evde kendileri geçinmeye çalışıyorlar. sonra detaylı düşündüm bunları... bir kürt çocuğu benim ile aynı okulda, aynı şartlarda okuma hakkına sahip mi? kesinlikle. benimle aynı şartlarda yaşama hakkına (aileden gelen statü v.s. ayrı bir durum tabi) sahip mi? kesinlikle evet. gene bir akşam evde siyaset konuşulurken adam pkk için "kürt askeri" gibi bir yakıştırma kullandı ve sanki net anlamamı istermişçesine "askerimiz" diye de ekledi... oradan sonra kayış koptu zaten. evden ayrıldık v.s. bütün bunları neden anlattığıma gelirsem hani devlet de suçlu diyorsun ya üstad yazında. ben devleti bu durumda suçlu göremiyorum ne yazık ki :( güncel bir örnek için kürtçe kanalın yayına geçmesinden sonra baydemir denen şeref yoksunu çıkıp da "mücadelemiz işe yaradı, bugün bu toprakların dilini kabul edenler, yarın adını da kabul edeceklerdir" tarzı bir konuşma yaptı. uzun lafın kısası seninle bu konuda uzun uzun konuşmak isteğim var. ama dediğim gibi toplumda oluşan baskı konusunda söylediklerine katılmaktayım... rahatsız ettiğim, vaktini aldığım için, peşinen özrümü de diler, akabinde de hayırlı günler dilerim...
estafurullah abi, rahatsız etmek, vaktini almak ne demek.
mesele biraz daha derinlerde aslına bakarsak, genel olarak tam da bu nedenle -şahsınıza değil, geneledir bu sözüm- yüzeysel düşünmemek gerekiyor, detaya inmek çok daha doğru olacaktır.
o arkadaşınızdan örnek verelim, maddi durumunu tam bilmesem de 10 kardeş olduğundan yola çıkarsak, muhtemelen ailede üniversite okuyan bir ya da iki kardeşten birisidir o arkadaşınız, ki istisnalar olsa da, her aile evladını okutmak, onlara göre 'benim çektiklerimi oğlum çekmesin' düşüncesiyle evladını güzel yerlerde görmek ister. arkadaşınız bana göre yalnızca babasından değil, çalışan diğer kardeşlerinden, büyüklerinden de yardım görüyordur kuvvetle muhtemel. bu da daha rahat bir öğrencilik yaşamasını sağlıyordur diye tahmin ediyorum. burda şunu sormak gerekiyor, peki ya okuyamayan diğer kardeşler?
denebilir ki o kadar çok çocuk doğurmasaymış kardeşim. ancak bahsettiğimiz kürt ailesi muhtemelen köyden göçeli çok olmamış, hala daha köy mantığıyla düşünen insanlardandır. feodal düzende sizin de tahmin edeceğiniz üzere çok çocuk demek daha çok işçi demektir, aile reisi çocukları doğrudan bir sömürülme aracı olarak görmese, kasıtlı, artniyetli olmasa dahi bu feodal düzende yetiştiği için çoğu zaman bilinçdışı bir biçimde bu mantıkla hareket eder. ta ki ikinci ve üçüncü nesil kürtler şehirleşmeye başlayıp eğitim seviyeleri daha üst seviyelere gelene kadar.
devlet ve devletin suçları meselesine gelirsek, devletin en temel suçu bana göre ideolojik altyapısında yatıyor. sizin verdiğiniz örnek, inanın istisnadır bu meselede. halihazırda çok değil, 29 sene önce devletin kürtlere bakışı karda kart kurt sesleri çıkartan dağ türkü şeklindeydi, kürtçe, daha cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda dahi çok ciddi yasaklarla karşı karşıya kaldı, (ben bunu dahi tasvip etmesem de) ulus-devlete geçişte olması gereken asimilasyon, merkezi yönetimin eğitimini götürmek yerine ikinci seçenek olan yoksaymayı, zorunlu göçlerle insanları köylerinden koparıp türkler arasında eritmek gibi ilkel yöntemleri tercih etmiştir türkiye, dersim isyanının bastırılış şekli de bunun en somut örneklerindendir.
ki bir yandan kürtleri zorunlu göç ettirip diğer taraftan ırkçılığa meyleden bir milliyetçi eğitim ve propaganda sistemiyle yetiştirmesiyle türkleri (yani bizi), gene ekonomik nedenlerle, kürtlerin daha ucuza çalışmayı kabul etmeleri gibi, batıya göçen kürtler'e karşı da bir önyargı oluşmuş, kürtlerin içine kapanık, köylerini şehre taşıyan bir hayat yaşamalarına, modern şehir hayatına entegre olamamalarına neden olmuştur. bu saydığım iki neden, yani eğitim/propaganda ve ekonomik koşullar meselesi ise sizin de bahsettiğiniz halk baskısına iki örnektir, tam olarak derdimi anlatabildim mi emin olmamakla birlikte diyebilirim ki bu iki sorunun arkasında da dolaylı olarak gene devlet, devletin politikaları yatmaktadır, tabi belirtmek elzem, devlet dediğimiz yapı bağımsız bir kuruluş değil, belli başlı meselelerde kendisinin de sorumlu olduğu, bu politikaları yürürlüğe sokmasını isteyen adına burjuvazi dediğimiz bir erk var arkasında.
son olarak baydemir'in açıklamasına değinirsem, baydemir'in bunu siyasi amaçlarla söylediği aşikar olsa da söyledikleri ne yazık ki doğrudur yukarıda da anlattığım gibi. pkk, adeta bu ülkenin ve bu ülkenin bakış açısıyla bakan bizlerin kafasına vura vura kabul ettirmiştir bazı şeyleri, kürt yoktur dağ türkü vardır diyen bir zihniyetten dönüşe dönüşe bugün kürtçe kanal açıyorsa devlet, üniversitelerde kürt dili ve edebiyatı bölümleri açacağını duyuruyorsa şapkamızı önümüze alıp kabul etmemiz gerekiyor ki bu açılımlarda pkk'nın etkisini yadsıyamayız. ki pkk'ya bir sorun değil, bir sorunun patlama noktası dememin sebebi de budur.
öncelikle teşekkür ederek başlamak istiyorum konuşmama. sonra ise direk konuya giriyorum hoşgörüne sığınarak. söylediklerine hala yer yer katılmaktayım. ki amacım senin görüşlerini birebir almak veya kendi görüşlerimi moda mod sana aktarmak değil. sadece bu konuda "acaba yeterince geniş bir açı ile bakamıyor muyum" şeklinde düşündüğüm için senin de fikirlerini almak, kendi düşüncelerimi de seninle paylaşmak amacı gütmekteyim. benim aklımda çok değil bir 7-8 sene öncesine ait bir tablo var. bir kürt vatandaşının annesi kendisini askerlik görevini icra ederken ziyaret ediyor. ve orada türkçe bilmeyen anne, kürtçe konuşuyor. bu olay sonrasında asker olan, bu vatan için belki de canını vermeye hazır olan o kürt kökenli vatandaşım, kardeşim ceza alıyor. bu olayı duyduğumda muhtemelen orta okuldaydım ve bu yapılanı ciddi bir hüzün ile karşılamıştım. daha o zamanlar... ve üniversite yıllarımda bazı şeyleri çok daha geniş bir açı ile görmeye başladım. o zaman yapılan bu ayıba daha da fazla kızdım. kürtçe konuştuğunda zarar göreceğini düşünenlerin susmasına kızdım. veya kürtçe bilmeyen biri ile kürtçe iletişim kurmaya çalışanlara kızdım. dedim ki hem kürtçe bilmeli bu insanlar, hem türkçe. peki türkçe'yi neden bilmeliler? tamami ile kendi iyilikleri için. neticede bugün istanbul'da, izmir'de, bolu'da, konya'da,... yaşayan binlerce kürt insanı var ve burada bakkala gidip de "kündür" dediklerinde "kabak" istediklerini anlamayacaktır bakkal. kürt insanlarının türkçe konuşabilmesinin gerekliliğini buradan yola çıkarak düşünüyorum. konuyu çok dağıttığımın farkındayım abi affına sığınarak devam ediyorum. şimdi benim üniversitede türk köylüsünün evladı olan onlarca arkadaşım vardı ve en kalabalık olanları 4, bilemedin 5 kardeşti. dikkat et bu böyledir genelde de. ancak 8'den daha az kardeşi olan bir kürt arkadaşım olmadı. belki de bana denk gelmiş istisnai durumlardır tüm bunlar. bir şey diyemem. ancak sokak ortasında beni gasp etmeye çalıştığı için kavga ettiğim adamın bana kalkıp da "biz kürtler günden güne çoğalıyorsak, tek sebebi sizleri daha çok sikmektir" diye bağırması beni o dönemde derin düşüncelere sevk etmiştir. dikkat ediyorum elimde bir çok örnek var babaları güneydoğu topraklarında yaşayıp da aydan aya evlatlarından hasılatı toplayan... dikkat ettiğimizde türkiye'de kaç adet yeşil kart olduğunu ve bunların ne kadarının kürt kökenli vatandaşlarımızda olduğunu görmemiz mümkün. ve mardin kızıltepe'de görev yapan kuzenimi ziyarete gittiğimde en büyük zevkim balkonda oturup süper lüks arabaları seyretmekti yoldan geçen. buradan çok düzgün ifade edemiyor gibi hissediyorum kendimi. bundan dolayı da dikkatim sürekli dağılıyor. bu dağınık üslup için son bir kez daha affına sığınıyor, tekrar teşekkür ediyorum... saygın için de ayrıca teşekkürler...
üstadım öncelikle rahat olmanızı istiyorum sizden, insanız neticede, insanlık hali.
konuya dönersek, doğuya ilişkin gözlemleriniz, ben de orada uzunca bir süre yaşadığım için rahatlıkla söyleyebilirim ki, çok doğru. ayrıyetten meseleye sağduyulu ve geniş bir düşünceyle bakmanız, bakmak istemeniz ise, bunu söylemek haddime ise eğer, ayrıca takdir edilesi. ne yazık ki, ülkedeki eğitim sisteminin ve seviyesinin de etkisiyle, insanlarımızın çoğu meseleye dar kalıplarla bakma hastalığından müzdaripler, bunun aşılmasının, farklı düşüncelere karşı önyargılı bakış açısının yokolmasının yegane yolu ise tartışma kültürümüzün gelişmesidir muhakkak.
az önce verdiğiniz olumlu, şimdi ise olumsuz iki hikayenizden yola çıkarsak, ilk mesajımda da dediğim gibi meseleye baktığımızda olumsuz hikaye sayısının olumlulara kıyasla çok daha fazla olduğu görülecektir (bir başka hüzünlü hikaye için: kamber ates nasilsin). bunun altında ise ekonomik nedenlerin çoğunlukta olduğu, sosyo-ekonomik, kültürel ve ideolojik nedenler yatmakta muhakkak, sorunu devlete bağlamam da bir günah keçisi arayıp sıyrılmaktan ziyade bu nedenledir tam da, baktığımızda, bireylere de düşen görevler olsa da muhakkak mesele gelip devlette düğümlenmekte, düğümün çözülmesinde de etkin rol oynayacak aracının devlet olduğu görülecektir. (bu kısım biraz ilk mesajda yeterince anlatamadığımı düşündüğüm neden devlet sorusuna yönelik oldu sanırım, affınıza sığınıyorum)
gene çok çocuk örneğine odaklandığımızda, çocuk sayısı köyden kente doğru azalan bir grafik izlemektedir her yerde, çünkü çocuk köyde ekonomiye katkı, bir artı değer üreticisi (işçi, maraba) konumundayken şehirde bir külfet, bir masraf kapısı olarak değişmektedir. bu nedenle şehirli insanlar, çocuk yaparken şehirde ekonomik gelir düzeylerini temel alarak hareket etmektedirler. bu sayının türk ve kürt köylerindeki farklılığı ise tarımsal üretim araçları ve teknolojisi temellidir diyebiliriz. zira batı illerine baktığımızda traktör gibi, biçerdöver gibi araç gereçlerin sayısının daha fazla olduğu, tarımın avrupa ülkeleri veya israil kadar olmasa da daha gelişmiş, modern şartlarda icra edildiği, haliyle de işçi gereksiniminin azaldığı görülecektir. gene, doğu illerindeki tarımsal üretimin durma noktasına geldiği yerlerden gelen mevsimlik işçiler ile tarım işçisi açığı kapatılmakta, bu da doğum oranlarının batı köylerinde düşmesine sebebiyet vermektedir muhtemel ki, yani sizin gördüğünüz istisna değil genel bir sorundur. (bu arada elbette ki bu nüfus artış oranlarında başka nedenler de sözkonusudur, lakin altını kaşıdığımızda bunların ekonomik nedenlerle ilişkili olduğuna dikkat çekmek için bu iki örneği verdim)
gelelim o kürt arkadaşın sözlerine. bilindik bir fizik yasasından yola çıkarsak, etki muhakkak ki tepkiyi doğuracaktır. türkiye'de yükselen/yükseltilen türk milliyetçiliği eşliğinde, benzer bir oranda da kürt milliyetçiliğinin yükseldiğini söylemek mümkün bilhassa son çeyrek yüzyılda ve hatta tıpkı bizim tarafımızda olduğu gibi kürt tarafında da bu iş ırkçılığa vardırılmakta zaman zaman. ancak rahatlıkla söyleyebiliriz ki, çok sayıda çocuk yapan kürtlerin %1'i bile bu tip bir bilinçle hareket etmemekte, daha önce de belirttiğim gibi sebep tamamen duygusal. (: peki neden böyle bir söz sarfetme ihtiyacı hissedilmiştir kişi? kaba bir psikolojik tahlil yapmaya çalışacak olursak, nasıl ki türk tarafında kürt istilası heyulasıyla milliyetçilik hortlatılmaya çalışılmaktaysa, bir türk dünya'ya bedeldir gibi sözler söylenme amacından fersah fersah sapıp da milliyetçi gururu okşama, benim deyişimle zihinsel mastürbasyon aracı haline getirildiyse aynı sorun bir biçimde toplum içinde ezilen kürt tarafında da görülmekte, kişi ezilmişliğini ve ezilmişliğin getirdiği duygusal çöküntüyü -çoğunlukla bilinçdışı biçimde- bu tip düşünce ve söylemlerle ortadan kaldırmaya yönelebilmekte, sorunun çözümünü yanlış tarafta, düşmanca ve katil ruhlu yöntemlerde aramaktadır.
son olarak ilk başta değindiğim gözleminiz hakkında birkaç kelam ederek bitireyim, zira hayli uzattım yazıyı, daha da başınızı ağrıtmak istemem. doğuda bilinen bir sözdür, kulağınıza gelmiştir muhakkak, bir kilo toz bi otobos. bu söz aslında uyuşturucu ticaretinin bölgede ne derece legalleştiği, olağanlaştığını tanıtlıyor bize. ki bunun yanısıra gene değindiğim aşiret yapısının getirdiği hiyerarşik yapının tepesine doğru kazancın ve lüksün artışı da sözkonusu. muş'ta kaldığım dönemlerde benim de aklımda kalan anektodlardan biri araba furyalarıydı, bir ay, hatta bazen bir hafta bile sürebilen mazda furyası, ford furyası vs. yeşilkart meselesi de bu lüksle bir çelişki içermemekte aslına bakarsanız, aksine, baktığımız zaman kapitalist toplumlarda lüks yaşam ne kadar ön planda ve ihtişamlıysa, hemen arkasında geriplana itilmiş bir sefaletin de, bu lüks yaşamın birkaç katı seviyelerde olduğunu görürüz. devlet ise yerel önderler, aşiret ağaları gibi nüfuzlu kişilerle ilişkilerini bozmak, nüfuzunu kırmak, bölgeye kapsamlı yatırımlarda bulunmak ve bölgenin kalkınmasını sağlamak yerine maliyeti bunlara kıyasla çok daha ucuz olan yeşilkart gibi, işsizlik maaşı gibi sübvanse edici yöntemlere başvurmaktadır. bu yöntemlerin maliyetleri gözümüze çok gözükse de, emin olun ki artık kangren haline gelmiş bölgenin geri kalmışlığını ortadan kaldırmak için yapması gereken uzun vadeli ve kar mantığıyla bakıldığında herhangi bir geri dönüşü olmayan yatırımlara kıyasla oldukça ucuzdur. bunun yanısıra gerek bölgenin feodal yapısından devşirilmiş burjuvazisinden ve batı burjuvazisinden medet umulmakta ki bu da çok gülünç bence, çünkü hepimiz biliyoruz ki burjuvazi uzun vadeli yatırımlara soğuktur, o, kısa vadede daha çok kazanç elde etme arayışındadır.
geç cevap verdiğim için kusura bakmayın, araya başka şeyler de giriyor malesef. sağlıcakla.
abi bir sürü şey yazmıştım ama oturum kapanınca hepsi gitti :(
kısaca özetleyeyim ben durumu tekrardan:
öncelikle sorunun ekonomik temellere dayandığı konusunda şahsına kesinlikle katılıyorum. ancak; diğer taraftan baktığında güneydoğu'da üretim yapmakta çeşitli zorluklar yaşayan kürt vatandaşım ile içanadolu'da üretim yapmaya çalışan köylüm arasında şart olarak hiç bir fark olmadığını düşünmekteyim. ki toprak kalitesi v.s. göz önünde bulundurulduğunda iç anadolu biraz daha zorlu durmakta. ve baktığımızda benim iç anadolu'da üretim yapan vatandaşım mercedes yerine binek tipi toros'a biniyor ama gerekli teknolojiyi satın alıyor(traktör, biçerdöver, v.s.) ancak benim kürt vatandaşım mercedes'e binmek uğruna çocuklarını bir sermaye gibi kullanmayı tercih ediyor. ve buradaki sorun temel olarak bu düşüncede başlıyor. bir dönem güneydoğu anadolu projesi vardı gündemde. ki muhtemelen hatırlarsın. devletin güneydoğu için, güneydoğu halkı için yapabileceği en ciddi yatırımlardan birisiydi bence bu proje. ve dikkat edilmesi gereken nokta değişen hükümetlere rağmen bu projenin hayata geçmesi için ciddi bir çaba harcandı. defalarca sabote edildi, defalarca saldırı düzenlendi... kültürel anlamda devletin(veya devlet adamlarının diyeyim) ciddi anlamda asimile ve baskı politikası izlemesi konusunda kesinlikle tek kelime edemem. doğrudur... ekonomik sorunlarla devam edeyim affına sığınarak. kayseri'ye gittin mi, gördün mü bilmiyorum. ancak; kayseri ciddi anlamda yatırımlar yapılan, ciddi projelere ev sahipliği yapan bir şehir konumunda. ve kayseri dediğimiz şehrin nüfusu belli, devlet eli ile yapılan yatırım belli ve belediyesinin bütçesi belli. peki kayseri nasıl bu hale geldi? kayserili iş adamlarının şehri güzelleştirmek, daha yaşanır hale getirmek için gösterdikleri üstün çaba ile... pekala kürt kökenli iş adamları yok mu bu ülkede hali-vakti yerinde olan? ben cevaplayayım sadece silvan(diyarbakır)dan bile 5-6 isim çıkar. peki bu insanlar neden kısmi istihdamın sağlanabileceği yatırımları yapmıyorlar kendi çıktıkları topraklara? gene cevaplayayım; o topraklara yapılan yatırım risk altındadır, yoğun bakımdadır ve hatta bir çoğu için ölü yatırımdır. devleti ikinci suçlu bulduğum husus ise işte tam burasıdır. şark-garp ayrımı yapmak sureti ile o toprakları "öteki" olarak gösteren, devletin ta kendisidir. doktoruna, askerine, polisine, memuruna,... o topraklarda görev yapsın diye bir dönem 3 katı maaş veren devletin ta kendisidir. ancak bunu düzeltebilecek yegane isimler(şu an için söylemiyorum o zamanlarda) o topraklara yatırım yaparak, devlete "bak yanılıyorsun" deme fırsatı olan iş adamlarıdır. yani 10 üzerinden suçluluk yükleyecek olursak 5/10 devlet suçlu ise, 5/10 o topraklarda yaşayan, o topraklardan çıkan insanların suçluluğu söz konusudur. buradan korkarım ki kafamdakileri net bir şekilde anlatamamaktayım ama umarım bir zirvede bu konu üzerine oturup karşılıklı fikirlerimizi ortaya döker, içlerinden işimize yarayacak olanları, elemeden geçenleri kendimize alırız.
bu da dip not: karşımda muhattab olabilecek bir "insan"la bunları konuşabildiğim için mutluyum açıkçası. her ne kadar sorun çözüme kavuşamamış olsa da o topraklarda ahırların kapı altından pembemsi bir altsu sızmaya devam edecek olsa da teşekkürler be üstad *
adeti bozmayıp sondan başlayayım, eğer böyle bi intiba uyandırabildiysem şahsınızda, ne mutlu bana. duygularımız karşılıklı üstad.
feodal yapılar hakkında sanırım bir noktayı atladım ki düzeltmezsem sorun sizin söylediğiniz şekilde anlaşılacaktır. batı illerinde, şimdi çok daha seyrelmekle birlikte özellikle 1950'ler için konuşursak feodal kast sistemi daha çok avrupa'daki feodalizme benzer, mülkiyet daha çok küçük aileler içinde toplanır ve bu toprak mülkiyetinin sermayeye dönüştürülmesi aşamasında batıya benzer serflere ihtiyaç duyulur. güneydoğu'daki feodal yapılanma ise çok daha komplike bir yapıda, besin zinciri benzeri bir piramidi andırmakta. kadın ve çocukların en altta olduğu bir üretici sınıf, bunların şefi diyebileceğimiz aile reisliği mefhumu, akraba ilişkilerine dayalı aile reislerinin öncülüğündeki aileler birliği, bu ilişkileri düzenleyen, örfi hukuku uygulayan şeyhler dediğimiz bir üst merci ve en tepede de bu aileler birliğinin başında olan aşiret reisinin bulunduğu bir yapıdadır. yani tarım ve hayvancılık teknolojisinin gelişimi batı çiftçilerinde daha çok ailenin insiyatifindeyken doğu ve güneydoğu'da aşiretin ve aşiret reisinin kontrolündedir, bu noktada mülkiyet aşiretin ve onun reisinin tekelinde olduğundan aileler yönetimde söz sahibi olamamakta çoğunlukla, kardan pay alan üreticiler konumunda olmaktalar diğer bir deyişle. aşiret reisleri ise, halihazırda zaten yüksek kar elde ettiklerinden ve teknolojinin girdiği yere zorunlu olarak eğitimin de gireceğini bildiklerinden tebaasının sürünmesini pek önemsememekteler.
gap'a değinirsek, gap gerçekten çok umut verici bir projeydi güneydoğu'nun kalkınması için, ki çok azının başarılmasının dahi bugün adana, gaziantep, maraş gibi yerlerde ne derece getirisi olduğu görülmektedir. burada yanlış bildiğiniz nokta ise gap'ın uygulamaya geçirilmesi için gösterilmesi gereken asgari özenin dahi gösterilmemiş oluşu. gap'ın başlanma tarihi 1970'ler olmasına karşın, neredeyse yarım asıra yaklaşılmasına rağmen hala daha bitirilememiş oluşu da bana göre iddiamın en büyük kanıtıdır. rakamlarla incelediğimizde ise geçen 40 yılda gap'ın tarımda % 12.8, enerjide % 75.4, haberleşme + ulaştırmada % 30.7, eğitim + sağlıkta % 74.6'sı gerçekleştirilebilmiş henüz.[1] ki bu projenin en büyük ayağı ve lokomotifi olan tarımsal altyapı çalışmaları bölgede yaşayan köylüye sulama hakkında bir eğitim verilmemesi ve buna bağlı olarak aşırı sulamaya bağlı toprağın tuzlanması, verimsizleşmesi, küresel ısınma gibi faktörlerle elde patlama riskini içermekte.[2] gene baktığımızda geçen süre içinde gap'ın 15 sanayi bölgesi kurulması hedefinin ise yalnızca 5'inin hayata geçirildiğini görüyoruz.[1] yani diyebiliriz ki gap yola çıkış amacıyla türkiye'nin umudu, bugün geldiğimiz noktada ise türkiye devleti'nin en büyük başarısızlık öyküsü konumunda.
bölgeden çıkan işadamları konusunda bir önceki mesajımda söylediklerimle aynı fikirdeyiz, ki dikkat ederseniz bu sorunun cevabını gene kendiniz vermişsiniz, eğer devlet o bölgeyi bir risk alanı haline getirmede bu kadar etkin bir rol oynamasaydı, burjuvazi de yatırım hususunda bu kadar soğuk davranmazdı muhakkak. ayrıca eklemek istiyorum ki, proleterya gibi burjuvazilerin de vatanı yoktur, çok katı olup da hepsi adına konuşmayayım ancak burjuva bakış açısı vefa duygusundan yoksundur, yatırım meselesine kar zarar hesabıyla yaklaşır, kolay ve hızlı kar edebileceği sektörlere yatırım yapar, ki bu ileri görüş yoksunu bakış açıları gene onların sonunu getirendir de, bunun pek çok örneğinden birisi de burjuvazi tarafından 'kolay para' kapısı haline gelen finans sektörü temelli kapitalizmin belli bir temel olmayınca nasıl kumdan kale gibi yıkıldığıdır amerika ve dünya'da.
bitirirken basit bir çözüm önerisi sunmak gerekirse, bu meselede bizim üzerimize düşen yönetimi elimize almak olacaktır ancak, çünkü, daha önce de değindiğim sebeplerden, bu sorunun çözümü için biz her alanda aktif bir mücadeleye girmez, birilerinin yatırım yapmasından medet umarsak, birbirimizin gırtlağına sarılmaya, birbirimizi yemeye mahkumuz.
ayrıyetten (her ne kadar yazan kişiden ideolojik olarak farklı düşünsem ve yazıdaki bazı tespitlerini yanlış/eksik bulsam da) kürt feodalizmi hakkında başarılı bir tahlil için:
son olarak, sorunun çözümü için önce sorunu tanımlamamız, sorunu incelememiz gerek, bu sayede çözüme bir adım daha yaklaşmış olacağız bana kalırsa. hem ne demiş şair? ümitsiz olmayın, ümit, siz olun. (: