Bir zamanlar oyunlar, sadece oyun değildi. Onlar, bir mahalleyi bir araya getiren, bozuk joystick’lerle bile keyif veren, bitirildiğinde gururla anlatılan maceralardı. Grafikler basitti ama hayal gücümüz sınırsızdı. Kasetli atari döneminde oyunları başlatmak bile ayrı bir sanattı. Kaset yerine tam oturmazsa ya da bir hata verirse, çözüm belliydi: Çıkar, üfle, dua et ve tekrar dene. Bazen kasetin içinden gelen tıkırtı, oyunun sonsuza kadar gittiğini gösterirdi. Ama olsun, komşunun oğlu kesin bir yolunu biliyordu. PC oyunlarında ise shareware CD’leri, demo sürümleri hayatımızın bir parçasıydı. Tam sürüm alamayanlar için aynı bölüm defalarca oynanır, sonra da hayali devamı kafada tamamlanırdı. Bir derginin verdiği CD, bazen aylarca yetebilirdi.
Yan yana oturup tek klavyeden iki kişi oyun oynamak da ayrı bir ritüeldi. WASD ve ok tuşları, iki kişinin oyun sahnesindeki sınırlarını belirlerdi. "Yanlışlıkla ESC'ye basma!" uyarısı her zaman geçerliydi. Oyunlar zor muydu? Kesinlikle! Save sistemi yoksa baştan başlamak kaçınılmazdı. Bugünün check-point’lerine alışanlar, o günlerde her kaybedilen canın ne anlama geldiğini bilemezler. Bugün o pikselli dünyalara dönüp bakınca, grafiklerin değil, anıların önemli olduğunu daha iyi anlıyoruz. Belki de eski oyunların en büyük büyüsü buydu: Gerçekten içine girip kaybolabildiğimiz dünyalar yaratmalar. Biraz nostalji için nostaljik oyunlar buyrunuz https://www.fixoyun.net/oyunlar/eski-oyunlar/ .