istanbul, tarih ve yaşamın bir arada dans ettiği, her köşesinde bir hikaye barındıran bir şehir. Bir ayağı Asya’da, diğer ayağı Avrupa’da; sanki iki kıtanın flört ettiği, bu flört sonunda bir de kafe açmaya karar verdiği yer. Boğaziçi’ni geçerken dikkatiniz dağılmasın, çünkü her an bir martı kafanıza konabilir. Ama merak etmeyin, onlar insana "hoş geldin" derken o kadar da kibar değiller!
Yüzlerce yıllık tarihiyle istanbul, adeta bir zaman makinesi gibi. Süleymaniye Camii’nin gölgesinde otururken, bir yandan Haliç’in serin rüzgarını hissediyorsunuz. Bir dakika sonra ise kafede sipariş verdiğiniz Türk kahvesinin yanında sunulan lokum, sizi geçmişe götürüp Osmanlı sarayında hissettirebilir. Gerçi bazı yerlerde kahvenizi beklerken, garsonun Instagram filtrelerini tartıştığını duyabilirsiniz. işte bu, istanbul’un modern ve gelenekseli harmanlayan eşsiz komedisinin bir parçası!
istanbul sokakları, kaybolmak için birebir! Bir yandan Kaydıraklı Rüzgarı ile dolu Taksim Meydanı’nın kalabalığında kaybolurken, diğer yandan Kadıköy’deki nostaljik bir kitabevi bulmanız an meselesi. Ama dikkat! Yolda bir simitçi görürseniz, hemen yön değiştirin; zira o simitlerin cazibesi, sizi peşinden sürükleyebilir. Sonuç olarak, istanbul bir labirent gibi; siz kaybolursanız, bir çay bahçesinde dinlenmeye karar verin ve hayatın tadını çıkarın! Haydi kolay gelsin ulucu istanbullular..hayat size guzel.