Psikanalizde abject, sistemin tutarlılığı ve bütünlüğü için dışlanan nesne olarak düşünülür. Burun karıştırmak, nedense anaokulundan ilkokulun ortasına kadarki çağda çocukların sıkça yaptığı ve yiyerek sonuçlandırdığı edimdir. Çocukların pis ve cıvık olanla hemhal oluşu yaygın görülen bir olgudur ve bu tarz meşguliyetler psikoseksüel gelişimlerinin ilginç bir parçasıdır. Sonra yerini genital bölgelerle haşır neşir olmak alacaktır. Ancak abject olarak düşünülemez çünkü kişi ister çocuk ister yetişkin olsun sümüğüyle oynamaktan keyif alır, adeta sistemden atmak istemiyordur.
Yetişkinlikte görülen burun karıştırma ise, daha çok kimsenin görmediği bir anda daha iyi nefes alabilmek için yapılan bir edimdir diyebiliriz. Evet sümüğü parmakta yuvarlamak tıpkı çocuklarınki gibi keyif verir. Burada artı-keyif ise, kimse görmezken yapılıyor olmasıdır. Çocuklar gizlemezler.
Peki bu kadar yaygın olan iğrenç edim olarak burun karıştırmak, neden gündelik söylemimizi meşgul etmediği gibi, sanat veya edebi eserlerde kendine yer bulamamıştır? Çocuk edebiyatında yer aldığına şüphe yok, ama ne bileyim, viktoryen dönem romanlarında neden bir karakterin burnunu karıştırışı uzun uzun anlatılmamıştır? Ağlamak, hıçkırmak, omuz silkmek gibi sıradan şeyleri okurken, burun karıştırma, sümükle oynama gibi boş zaman etkinliklerinin tasviri edebiyatımızı süslememiştir? Zira burun karıştırmak, gündelik ve sıradan olanı kesintiye uğratan, kişinin kendisiyle baş başa kaldığı ve ontolojik bir varoluşa sahip olduğunu fark ettiği anları sembolize etmez mi? En az mektup yazmak, en az gaz lambasını yakmak veya at arabasında tefekküre dalmak kadar sıradan ama ağırlığı olan bir edim değil midir? Sorarım size!