jane austen` kitaplarını seviyorum. gerci cok fena genelliyorum cunku bircok filmini izledim ama sadece iki kitabını okudum. dobra, zeki, kulturlu kadın karakterlerini seviyorum. gonlu zengin, karizmatik erkek karakterlerini daha da cok seviyorum. boyle bir ask, gurur, asalet ucgenleri hosuma gidiyor hikayelerdeki.
gelelim emma'ya. emma su onunla, bu berikiyle evlensin projelerinde calısan, matchmaker bir ablamız. insanları evlendirip mutlu oluyor. kendisine gelince rahatım yerinde, hayatta da evlenmem diye tutturmus. tabi hic asık olmayınca boyle sallayıp durması kolay. sonra hayatına churchill giriyor. bizimki ben asık oldum diye ortalarda dolanmaya baslıyor. adamla ilgili hayaller kurmaya baslıyor. sonradan ogreniyoruz ki bu chuchill emma ya pas verirken esasen jane ile gizliden evliymis, saklıyorlarmıs. pis bir adammıs. ama kendisine de kızamıyoruz pek. cunku bizim salak emma yıllardır dibinde olan, incelikli, dusunceli candostu knightley'e asık oldugunu bir arkadası knightley hakkındaki hislerini ona soyleyince ve bu adamımızın da kendisine karsı bos olmadıgından suphelendigini belirtince anlamıyor mu? megersem churcill e karsı hisleri yalanmıs. ah emma ah. eserimizden ogrendiklerimiz:
-baskalarının kalpleriyle cok hasır nesir olursan kendi kalbinin kimi sevdigini sorgulamayı unutup yanlıslarda bos bos zaman oldurebilirsin..
-kıymetini o'nu kaybetmeden anlayamama sendromu o yuzyıllarda da varmıs..
bir parcamızda dedigi gibi: "degerini sen giderken anlamak gibi.." bu yuzden mutlu bir iliskin varsa o'nun gitme riski oldugunu, o'nu kaybetme ihtimalinin hep varoldugunu durmadan kendine hatırlatmak sart. insanoglu, huyu kurusun ki yoksa deger bilemiyor.
sonuc: mutlu sonunu cok sevdim. emma nasıl sanslı bir hatundur yahu. sen o kadar sacmalıklardan gec, sonra en efendi, en dusunceli, en nazik, seni sırf kendin oldugun icin en fazla seven, en iyi anlayan ve en iyi tanıyan, en bir harika adamı kap.