mezhepsiz müslüman

entry98 galeri ses1
    63.
  1. Yüksek lisans sürecinde seçmeli aldığım bir ders vesilesiyle mezhepler tarihini araştırdım. Daha sonrasında konudaki ciddi kaynakları taramaya devam ettim.

    Bu konuda daha evvelden bilgim var sanıyordum ama gerçekte pek de yokmuş. Çünkü genel olarak o döneme kadar okuduğum kaynakların bilimsel olmadığını fark ettim.

    Diyebilirim ki, Mezhepler tarihiyle ile ilgili çok temel iki problem var:

    1- geriye doğru tarih inşaası:

    Mevcut mezheplerin (anaakım sünni ve şia mezhepleri dahil) hemen hemen hepsi kendilerini hz. Peygamber’in yaşadığı dönemle bağdaştırma çabası içerisinde. Ki, yok böyle bir şey.

    Şu an varlığını sürdüren hiçbir mezhep hz. Peygamberin yaşadığı dönemle ve hz. Peygamber’in ölümünü müteakip 1 asırlık süreçle kendini ilişkilendirilebilecek bir geçmişe sahip değil.

    (Bugün varlığını sürdüren ibazziye haricilikle anılsa dahi, kendilerini hariciyenin devamı olarak tanımladıkları pek söylenemez. Keza, hariciyenin muhalefeti siyasi vaka ile başlayıp daha sonra itikadi altyapı kazanmıştır ki, tekfircilik ve radikallik, bir mezhep olarak o dönemki fikirleriyle varlığını sürdürmesine engel olmuştur. Bugün hariciyenin devamı diye gösterilen irili ufaklı birkaç mezhebin şu anki görüşleri asıl hariciyeye kıyasla çok yumuşak ve ılımlı kalır.)

    Örneğin şia’nın iddialarının aksine, ilk asır kaynaklarında “şia/şii” bir lafz olarak bile yoktur. ikinci asır kaynaklarda ise hiç de mezhep gibi telafuz edilmemiştir ve o dönem o isimle (şia/şii) anılanların bugünkü şiayla ne itikaden, ne de silsile olarak herhangi bir ilgisi yoktur. Keza sünni mezhepler için de durum böyledir. Haliyle mezhepler kabaca tabiun’dan bile sonradır ve emevi/abbasi döneminde (mezhep imamlarına bizzat eziyet eden) iktidar eliyle kurumsallaştırılmıştır.

    2- tarafgirlik:

    Mezheplere ilişkin ilk dönem kaynakların birçoğu karşıt/muhalif/farklı mezhep mensupları tarafından kaleme alınmış eserlerdir. Haliyle en başından; aleyhte, muhalif yahut içeriğe çok da vakıf olmadan genellemeci bir yaklaşımı temsil ederler. Mezhebi doğrudan içinden anlatan eser sayısı azdır.

    Bu iki temel problem bilimsel/tarihsel yaklaşımı ciddi şekilde gölgelemektedir.

    Diğer bir sorun ise, kaleme alınan eserlerdeki metodoloji sorunudur. Birçok eserde, dile getirilen iddialara, tariflere dair belirgin kanıtlar, dayanaklar ve referanslar yoktur. Dahası, kronolojik çelişkiler de mevcuttur. (Gerçi tarihin o dönem için bu sorun, bilgiye ve yazılı belgeye erişim zorluğu düşünüldüğünde çok anlaşılmaz değil.)

    Haliyle mezhepler gelişirken, (bu zorlukları ve belirsizlikleri bir nevi lehlerine kullanarak) yüzyıllar içinde değişen görüşlerini geçmişe yönelik tadilatlarla sürdürme yolunu seçmişlerdir.

    Dahası, en başta devlet ve iktidar eliyle kurulan mezhepçilik, tarihi boyunca hiçbir zaman bu etkiden soyutlanmamış, hatta bizzat siyasetle herc ü merc bir ilişki içinde serpilip büyümüş, çeşitlenmiştir. Bir diğer deyişle; mezheplerin hemen hemen hepsi hemen hemen her yönüyle kurumsaldır. Bireysel yaşama ilişkin çok az sayıdaki ufak tefek bakış farklılıklarını bir kenara koyarsak, toplumsal anlamda itikadi bir bakıştan ziyade siyasi bir konumlanmaya tekabül ederler ve konumladıkları yeri itikadın gereği kabul ve ilan ederek temsil ederler.

    Tasavvufun da işin içine girmesiyle ilk dönem mezhep imamlarıyla ilişki, ustalara saygı kuşağı nevinden bir selamlama seviyesinde tutularak tarihsel gerçeklikten de ciddi anlamda uzaklaşılmıştır. (Bugün, örneğin türkiye’deki en yaygın mezhep olan hanefiliğe mensup olan insanların çoğu ebu hanife’nin yaşamına veya herhangi bir eserine dair fikir sahibi değildir ama birçok tasavvuf ehline ilişkin türlü menkıbelere vakıftır.)

    Bugün türkiye’deki ortalama islam anlayışında Mezhepçilik tasavvufla o denli iç içe geçmiştir ki, birini diğerinden ayırmak, çerçeve çizmek yahut basit bir tasnife gitmek için bile cerrah hassasiyetinde dikkat gerekir. (Bu ekolün temsilcilerinin kütüb i sitte gibi kaynakları neredeyse ayetle bir tutacak derecedeki canhıraş savunmaları bahsedilen tarihsellikten ve kurumsallıktan bağımsız değildir ama işin orası çok daha tafsilatlı bir değerlendirme gerektirir ve zaten her halukârda gargaraya gelir. )

    Hulasa, mezheple ilgili her zaman akılda tutulması gerekenler:

    - mezhep, dinin gereği değildir. Sosyolojik çerçevesinden tamamen soyutlasak dahi, en temel anlamıyla dinin uygulanışına/yaşanmasına yönelik bir görüştür ve her görüş gibi sadece sahibini bağlar, dinin kendisini değil.

    - mezhepler, hz. Peygamberin ölümünden çok sonra ortaya çıkmış ve zaman içinde iktidar eliyle kurumsallaştırılmıştır.

    - mezhep imamlarının hiçbirisi, mezhep kurma ve ekolleşme iddiasıyla içtihat etmemiş, görüş bildirmemiş ve görüşlerini bütün zamanları kapsayan nihai içtihatlar olarak ilan etmemiştir.

    - mezhepler insan yapılarıdır ve her insan yapısı gibi yanılmayla malüldürler. Kendi öz kızına “fatıma çalış, ben seni kurtaramam” diyen bir peygamberin getirdiği dinde bilmem ne müçtehidlerinin, bilmem ne imamlarının, bilmem ne şeyhlerinin, bilmem ne kutublarının kutsallığı falan yoktur. Zira Bu din, kara kadının oğlunun da dinidir.

    Bütün bunlara ilaveten, mezhep, din kisvesine sarılıp sarmalanmış bir tür kavmiyetçilik işlevi görüyorsa zaten bu dine aykırıdır.

    Edit: mezhepler tarihiyle ilgilenenlere iyi bir kaynak önerebilirim.
    3 ...
bu entry yorumlara kapalı.
© 2025 uludağ sözlük