“Fikirde şahsiyeti olmayanın, üslûbunda şahsiyet olmaz!”
(S. Mirzabeyoğlu - hikemiyat)
Fikir, insanın iç dünyasının derinliklerinden süzülen, karakterinin izlerini taşıyan bir kavramdır. Şahsiyet, bir insanın düşüncelerinde, inançlarında ve eylemlerinde belirginleşen özgünlük ve kendine ait olan olgudur. Düşüncenin temeli sağlam, ahlaki ve manevi bir duruşa oturmadıkça, o düşünceyi dile getiren üslûp da o düşüncenin yansıması olamaz. Fikri şahsiyeti olmayan bir insan, başkalarının düşüncelerinin taklitçisi olur; onun dilindeki üslûp da taklitten, sıradanlıktan, bir tür maskaralıktan öteye geçemez.
Fikirde şahsiyet, insanın derinliğini, inançlarını ve varoluş mücadelesini içerir. Oysa üslûp, sadece bir söyleyiş biçimi değildir; üslûp, fikrin dışa vurumudur, düşüncenin etkisini, karakterini taşır. Şahsiyetli bir düşünce, üslûbu ile de belirginleşir; çünkü gerçek şahsiyet, kelimelerde hayat bulur. Yani bir insanın fikri, onun kişiliğinin bir izdüşümüdür; şahsiyeti olmayan bir fikrin üslûbu da, yalnızca boş bir dışsallıktan ibaret olur.
> "Söz, gönlün aynasıdır; eğer gönül boşsa, dildeki her kelime bir yankıdan ibaret olur!"
Fikri ve üslûbu birbirinden ayıranlar, yalnızca biçimi taklit edenlerdir; düşüncesizce konuşurlar, içi boş laflar ederler. Şahsiyet, fikri besler, fikrin içini doldurur; o zaman o fikir, güçlü ve anlamlı olur.
"Hâlbuki samimiyet ve halisiyet, inanılan şey doğru veya yanlış olsun, insanoğluna düşen biricik haysiyettir; onsuz insan ne dindar, ne dinsiz, ne şu, ne bu, hiçbir şey olamaz."
Samimiyet ve halisiyet, insanın ruhunun derinliklerinden gelen, içsel bir olgunluktur. insan, neye inanırsa inansın, bu samimiyetle inanmıyorsa, o inanç sadece bir maskeden ibaret olur. Samimiyet, insanın içiyle dışının birliğidir; kalbiyle dili arasında hiçbir çelişki bulunmayan bir haldir. Halisiyet ise, insanın inançları ve eylemleri arasındaki safiyetin, her türlü gösterişten ve dünyevi çıkar arayışından uzak olmasının adıdır. insanoğluna düşen yegâne haysiyet, bu içtenlikle yöneldiği doğru ya da yanlış her şeydir. Çünkü samimiyetin olmadığı yerde, insan yalnızca bir yönsüz, kaybolmuş bir varlık olur. Hem dindar, hem dinsiz olabilir; fakat samimiyetsiz olduğu sürece, hiçbir şey değildir.
> "Samimiyet, insanın özüdür; özsüz bir insan, ne kimlik sahibi olabilir ne de bir yöne doğru yol alabilir."
"Batı âleminde komünistler, faşistler, Naziler, liberaller, demokratlar, anarşistler, nihilistler, inandıkları batıllar etrafında baştanbaşa samimi ve halis olmuşlardır."
Batı'nın ideolojik ayrılıklarına ve farklılıklarına bakıldığında, her biri kendi inanç ve ideolojisine samimiyetle sarılmıştır. Onlar için, doğru ya da yanlış olmanın ötesinde, önemli olan o inançları ne kadar içtenlikle sahiplenmiş olduklarıdır. Komünistler, faşistler, Naziler, liberaller, her biri, inandıkları batıl ideolojilere karşı birer özveriyle bağlıdır. ideolojilerinin her biri, kendi içinde samimi bir şekilde savunulmuş, her birinin düşüncesinde bir safiyet, bir içtenlik vardır. Bu, Batı'nın kendi değerlerindeki bir çelişkidir: Samimiyetle yola çıkanlar, sonrasında doğruya ya da batıla yöneldiklerinde, her zaman için kendi inançlarına ve ideolojilerine sadık kalmışlardır.
"islâm dışı mihraklar bir yana, samimiyet ve halisiyet, Müslüman geçinenler tarafından bile lûgatların ölü kavramları arasına terkedilmiştir."
islâm dışı ideolojilerin bu samimiyetini gözlerken, islâm dünyasında benzer bir durumun gözlemlenmesi, acı bir gerçektir. islâm’ın özünden, samimiyet ve halisiyet çıkarıldığında, geriye yalnızca şekilcilik ve gösteriş kalır. Müslümanlar, birer kimlik ve inanç taşıyıcısı olmaktan ziyade, kavramları ölü hâle getirmiş, onları yalnızca dilde tutmuşlardır. islâm’ın ruhuna uygun bir şekilde samimi olmak, samimiyetle iman etmek ve bunu hayatın her yönüne taşımak, bugün Müslümanların büyük çoğunluğu tarafından unutulmuş, lügatın arka raflarına terk edilmiştir.
> "islâm, bir lügatta ölü bir kavram değil, kalpte ve hayatta diri olmalıdır."
Sonuç olarak, samimiyet ve halisiyet yalnızca kelimelerde değil, eylemlerde ve inançlarda olmalıdır. iman, düşünceden çok bir kalp meselesidir. iman ettiği şeyin doğru ya da yanlış olduğunu düşündükçe, bir insanın inancı değer kazanır; ancak bu inanç, samimiyetle şekillenir.