Karısına sarkan Babasını öldürdüğü için hapse girmiş. Hapisten çıkıp hürriyetine kavuştuğu ilk geceyi şöyle duygusal bir şekilde anlatır:
\"Yıllardan beri muhafaza altında, karakol gibi, koğuş gibi yerlerde yatmıştım. ama artık her gün jandarmaya gözükmek koşuluyla özgür olabilecektim. hemen kutu gibi, beyaz badanalı bir ev kiraladım. evin solunda bir avlusu vardı. sokaktan avluya, avludan da eve giriliyordu.
avlunun tabanı kayrak taşlarıyla döşeliydi. sokağa açılan kapısının tam karşısında denize açılan bir kapısı daha vardı. evin avluya açılan kapısının yanıbaşında, bel boyu duvar bilezikle çevrili bir de kuyusu vardı. avluya girdim, sokak kapısını kapadım. avludan denize açılan kapıyı açtım.
heyyy! açılan kapı, birdenbire gözlerime ve gönlüme açık denizleri, kıyı ve adaları verdi. batı göğünde, günün ufka veda edişi, turuncu ve kıpkızıl çizgiler çekmişti. onların üstünde bodrum kalesi kapkara bir siluet kesinliğinde yükseliyordu. kıyıda beyaz evler pembeleşmiş, denizin mavisi de koyu menekşe olmuştu. dalgalar eve doğru gelirken, tepeleriyle güneşin son ışığını kapıyorlar, uçlarından kırmızı kırmızı kıvılcımlar savurarak, kapının iki adını ötesini pembe köpükleriyle yalıyorlardı. köpükle kapı arasında, kum ve gümüş teller gibi parıldayan kuru yosunlar vardı.
çocukluktan beri ilk defa çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlayarak kapıya dizüstü düştüm. şiddetle hayret ettim, içimde hayranlık! gönül açıklığı! şükran! kıyamet kopuyor. parmaklarımı yosunlara, kumlara daldırdım. güzel dünyanın kumlarını, deniz çakıllarını, yosunlarını, sanki inci, pır-lantaymışlar gibi yüzüme gözüme sürdüm, üstüme başıma avuç avuç akıttım. o deniz o adalar güzellikte en aşırı hayalin cennet diye göz önüne getirilebileceğinden bir kat daha güzeldi. hele o berrak gök, uzaklıklarda ne uysaldı! denizi, asma yapraklarının fısıltısını duyuyordum. burada ölmeyecek kadar kuru ekmek ve suyla yaşamak mutluluğunu özlüyordum.
dizüstü düşmek, bir çeşit fırlamak, havalanmaktır. babıali yokuşu\'nun boyunduruğuna vurulmuş olan cevat, boş bir kalıp olarak yerde yığıladururken, onun ortasında -içinde sanki bir milyar kuş sevinçle cıvıldaşarak- halikarnas balıkçısı irkilip, dikilmeye koyuluyordu. yerde bir kalıp kalıyordu. onun içinden başka bir insan kalkıyordu. üsküdar\'dan altı ay önce ayrılmıştım. oysaki yalan! yerden kalkan, \'balıkçı\', üsküdar\'dan binlerce yıl önce ayrılmıştı!... üsküdar çarşısından omuzları çökük olarak geçen adamdan, ta o kadar uzaktı ki. oydu, ama tepeden tırnağa yepyeni.\"
şiddetli bir içgüdüyle avludan dışarıya fırladım. aceleyle bir dükkâna koştum, bir büyük su kovasıyla bir kuyu ipi aldım. avluya seğirttim. kuyudan kova kova su çektim. kovalar dolusu suları cömert cömert kayrak taşlarına savurdum. gene denizden, gene kuyudan fısıl fısıl savurdum.
o dakikada birisi karşıma çıkıp da \"yahu sen deli misin? bu suları niye savurup duruyorsun böyle?\" dese, mutlaka ben adama acaba deli midir? diye bakar; \"görmüyor musun, suları savurmayıp ne yapayım? gönül suları bunlar, elimden şimdi avluya savurmak geliyor. taşlar sulara kansın, elimden gelse, ta göklere, yıldızlara savuracağım, serin serin, gözleri açılsın da neşeyle gülsünler!\" yollu gönül cevabı verirdim. \"