susayım diyorum da, olmuyor be deli gönül, olamıyor. iyi ki bir devlet kapitalizmi tamlamasını öğrenmişiz ya, daya anasını satayım önüne gelen yere, olsun bitsin. kapitalizm nedir, devlet kapitalizmi nedir, kapitalist toplum ve sosyalist toplum arasındaki temel farklılıklar nelerdir siktir et, kaktır arkadan bi kapitalizm devlete, olsun bitsin.
birincisi, sosyalist devrim iki yoldan geçer, bilimsel sosyalizm yani komünizm yönteminde devletli, anarşist/anarko komünist bakışta ise devletsizdir. yani anarşist perspektiften bakmıyorsanız bu işin devletsiz olmayacağını da kabul etmiş olursunuz. devlet olmalı diyorsak, devam ediyorum.
iki; kapitalizm sınıflı bir sistemdir, adına burjuva dediğimiz sermayeyi zor yoluyla ele geçirmiş bir azınlık sınıfı vardır ve o azınlık tarafından ürettiğinin, emeğinin karşılığını alamayan, yani sömürülenler, emekçiler, işçiler, işçi sınıfı ise toplumun büyük çoğunluğunu oluşturur. burjuvazi, tıpkı sermayeyi elinde tuttuğu gibi devleti de zor yoluyla kendi egemenlik alanında tutar, çoğunluğa hoş gözükmek için ipleri gevşek tutsa da zaman zaman, elinden bırakmaz asla. orta sınıflara girmeden geçiyorum burayı. diğer bir deyişle, bir burjuvazi yoksa ortada, o rejime kapitalist diyemeyiz.
ha diyenler yok mu? gelelim sovyetler ışığında gelişen sosyalist pratiğe. sovyetler birliği kapitalisttir önermesinde troçkist tony cliff tarafından öne sürülen temel iddia bürokrasinin işçi sınıfı içinde ayrıcalıklı bir konuma yükseldiği, başlı başına bir sınıf halini aldığıdır, ki bu troçkizm'in dejenere işçi devleti söyleminin upgrade edilmiş bi versiyonu. şurda bir şeyi kabul etmek gerekiyor, daha stalinizm'e gelmeden, leninizm'in öncü parti formülasyonu teoride iyi gözükmekle birlikte sistemi tek adama kitlemek ve o tek adamın iyi çıkmasını ümit etmek gibi bir truva atını da içinde barındırıyor. ancak, bu söyleyeceğime stalin dönemi de dahil, sovyetler ve sbkp bürokrasisi çeşitli ayrıcalıklar elde etse de -burada iddialıyım- hiçbir zaman tam manasıyla bir sınıfsal karaktere bürünmemiştir. kaldı ki sosyalizm'de önemli bir sorundur kitlelerin politize edilmesi, yönetime katılmaları, bunun sağlanması için ayrıca bir efor sarfedilmelidir, bunun için de kitleleri, işçi sınıfını yönetime dahil etmek için ilk etapta çeşitli kurumlara gerek olduğu da aşikar.
ayrıyetten, türkiye'de burjuva yoktu demek de türkiye tarihini gözle değil de götle okumaktan ileri gelen bir iddia olsa gerek. açın kurtuluş savaşı hikayelerine bakın hiçbir şeye bakmıyorsanız, üzümcü rıza, tütüncü ahmet (isimleri sallıyorum) gibi tüccarların, istanbul'daki müslüman ve gayrimüslim, özellikle yahudi lobisinin, bankerlerinin nasıl finanse ettiğine bakın ankara'yı (tabi sonrasında azınlıklar hayatlarının kazığını yiyecektir cumhuriyet türkiyesi'nden, o ayrı).
son bir şey daha. madem 1980'e kadar türkiye'de bir burjuvazi yoktu, 79'da ecevit'in kim ayağını kaydırdı? pardon ama siz tüsiad'ı un'a bağlı bir yardım kuruluşu filan mı sanıyorsunuz? darbe olduğunda sabancı da askerciklerine koşmamıştı zaten kurtardınız bizi bu anarşiklerden diyerek di' mi? sabancı da kim hatta? ben kimim, burası neresi? lan ayrıca daha önce de dedik, elbette burjuvazi azınlık, proleterya çoğunluk olacaktır, bunun neden böyle olduğunu da tekrar açıklattırmayın adama, arayın, araştırın boş konuşacağınıza.
özetle, ağzı olan konuşmasın artık şurada, söylediklerinizi neresinden tutsak dökülüyor birader.