kara şubatın dokuzunda, doğum gününde bıraktın beni.
özledim yedi gündür kokunu, seslenişini, gülen yüzünü. kabullenemedim daha tek oğlunu/arkadaşını bıraktığını. yine iş için gitmişsinde, munzurluğun tutmuş gibi. babam ! yegane dostum ! munzurluğun sırası değil. bu öyle bir şaka ki kaldıramam. diğer yaptığın şakaların yanından bile geçmiyor. bu çok daha ağır ve acı verici.
telefonun ve son paket sigaran bende olmasa yemin billah bu kadar gerçekçi olamazdın. hadi çık artık saklandığın yerden. bak, söyleyemediğim kelimeler ve göz yaşları doldurdu vucudumu. "ben geldim,nasıl yedin zokayı" de. lütfen...
ölen ile nasıl ölündüğünü yaşarken yaşatma bana.
gözlerime bak. o tek oğlunun, arkadaşının nasıl çöktüğüne bak ve seni ne kadar çok sevdiğine şahit ol.
artık iki kişiye çok büyük o çok sevdiğin/sevdiğimiz bahçeli ev. hem zaten sen olmadıktan sonra ne anlamı var ki her şeyin. mangalın başında beraber durmadıktan sonra, bize musallat olan kedileri bahçe boyu kovalamadıktan sonra. inan, baharda açacak çiçeklerin sensiz meyve verecek ağaçların bile anlamı yok. yeşilden öte karanlık artık her şey. haftasonu evde kalmayıp haftaiçi geldiğimde "otel mi lan burası?" diye takılacak kimse olmaması bile acı verici. bak antalya'ya da yenildik kızdırmadın bile..
ha bir de "nazım hikmet'in resmi yerine benim fotoğrafımı as o duvara" demiştin ya. artık senin fotoğrafın var o duvarda. ama inan o fotoğraf senin kadar sıcak değil..
söyleyemediğim kelimeler ve göz yaşlarım hala vucudumda gezinmekte. sana dair anlatacağım o kadar çok şey var ki.. ama bu kazık kadar oğlun/arkadaşın iki cümleyi bir araya getiremiyor yokluğunda. doğum gününde yaptığın bu şakaya anlam veremiyor daha.artık tek duam sonsuz yaşamda, ahirette birlikte olmamız için.
babam, dostum, arkadaşım, canım, her şeyim..
hakikaten hayatta ben en çok seni sevdim...