sürükleyici sayılabilecek bir roman, okumaktan keyif aldım.
Gel gör ki, romandan yapılacak ciddi bir çıkarım yok.
belirgin bir sınıf çelişkisi vurgusu roman boyunca sürüyor.
Romanın kahramanı hasbel kader tanıştığı rahibin karşılıksız iyiliği ile ciddi bir dönüşüm yaşayarak iyi olmaya karar veriyor. Bunu onun için mümkün kılan tek yol zenginleşmesi. Zengileştikçe daha fazla iyilik yapıyor.
Eski bir mahkum olduğunu sisteme itiraf ederek kendi ayağına sıkıyor. iyilik olgusu yürürlükteki kanun’a uygunlukla bağdaştırılıyor, sonuçlarına katlanılıyor, sonra yine zengin hayata dönüş…
kötü adam kanun’a kör körüne uyan bir komiser, en son vicdanı kanunu uygulamaya el vermeyince yaşadığı içsel çelişki nedeniyle intihar ediyor.
evlat edindiği kızla evlenen damadına “ben eski bir mahkumum” dendiğinde eleman “o zaman karımla -üvey kızınızla- görüşmeseniz daha iyi” cevabını veriyor!!!
sonra devrim denemesinde birkaç hayat kurtarma ve çeşitli kahramanlıkların varlığı öğrenilince “eyvah ben ne yaptım, bu kadar güzel bir adamı nasıl dışladım” deyip damat kayınbabaya koşuyor ama bazı şeyler için çok geç, kahramanınız (kayınbaba) yine de mutlu ölüyor. “Bıraktığım 600 bin bankınot da helaldir, çatır çatır yiyin” mesajıyla aralarından ayrılıyor.
devrimciler iyi mi, kötü mü, belli değil mesela. Dahası, müesses nizam taraftarları için de durum aynı. Herkes iyilik tarafında esasında. Ama eskiden bir ekmek çalmış adamın ömrünün sikilmesi gayet olağan gibi gözüküyor.
vicdani çelişkiler ‘yasa’ya uydum/uymadım, uymasam da kötü değilim galiba, yasa’yı uygulamadım ama yasa’ya bağlılık da mühim’ çerçevesinin dışına asla çıkamıyor.
sosyal yapıya, sınıflaşmaya yönelik en ufak bir eleştiri yok; müesses nizam’a dair net bir tutum yok; karakterlerin ciddi bir psikolojik çelişkisi, içsel mücadelesi yok ve nihayetinde romanın ahlak/adalet üzerine ciddiye alınır bir konumlanması yok.