dostoyevski bu eserinde okuyucuyu sibirya'nın ortasında bulunan bir hapishaneye götürüyor. okuyucu, adeta gerçek bir mahkum gibi, hapishanenin manevi ağırlığını ilk başlarda doğrudan hissetmiyor fakat dostoyevski sizi öyle ilmek ilmek işliyor ki, siz de birkaç sayfa sonra mahkumlardan biri haline geliyorsunuz. hapishanenin rutin hayatına adapte oluyor; fiziken kitap okuyan biri olsanız da, ruhen hapishanenin duvarları arasında olduğunuzu hissediyorsunuz. her bir mahkumun kendine has hikayesi, bu "ölüler evinde" hayata dair canlı kalan tek şey oluyor sizin için. medeniyetten binlerce kilometre uzakta, demir parmaklıkların arkasında delirmemek adına insanların ne ritüeller icat ettiğini ve en önemlisi, insanoğlunun her şarta uyum sağlamak konusundaki cambazlığını dostoyevski ustalıkla aktarıyor.