m. kemâl yönetiminin örtbas ettiği bir cinayetin katilidir.
Cinayet ile ilgili alıntı ve belgeler.
Efsaneler asla ölmez / CEMiL KOÇAK
Granda'nın naklettiğine göre, R. Zühtü'nün "Çengelköy'de oturan genç ve güzel bir kadınla ilişkisi vardı". Şöyle yazıyor: "Bunu hepimiz biliyorduk". Fakat hanım onu aldatınca, müessif hadise vuku bulmuş... Yazarın anlattığına göre, bardağı taşıran, hanımın onu "gayrimüslim bir gençle" aldatması olmuş. Hatta R. Zühtü, "Madem ki yapacaktın bu işi, bir Türk bulamadın mı da, kefereyle işi pişirmeye kalktın?" diye de sormuş!"
"M. Kemal Atatürk’ün hizmetçisi Cemal Granda’nın naklettiğine göre, Zonguldak (daha önce Sinop) milletvekili ve aynı zamanda M. Kemal’in fedaisi Recep Zühtü’nün Çengelköy’de oturan Fatma Medeniye (Medine) adlı bir kadınla ilişkisi varmış. Genç ve güzel olan Fatma Medeniye, Recep Zühtü’nün Istanbul’da olmadığı günlerde onu gayrimüslim bir gençle aldatmış. Devamını Granda’nın kendisinden dinleyelim:
“Recep Zühtü bunu duyar duymaz çılgına dönmüş. Zaten sinirli huyu var. Atatürk’ün yakını olmanın verdiği bir şımarıklılıkla yerinden fırladığı gibi:
– ‘Seni namussuz or…u. Şimdi senin canını cehenneme…’ diye asılmış tabancasına. Korkudan yataktan fırlayıp kaçmağa başlayan kadını kurşun yağmuruna tutmuş.”[1]
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nde bulunan bir belge Cemal Granda’yı doğrulamaktadır. Adalet Bakanlığı, 17 Şubat 1935 tarihinde Başbakanlığa gönderdiği bir yazıda, Recep Zühtü’nün “on yıldan beri beraber yaşadığı Fatma Medeniye adlı kadını, hakikati kat’iyetle anlaşılamayan bazı sebepler dolayısıyla 10 Şubat 1935 gecesi Çengelköyü’nde baş ve bacağından kurşunla vurduğunu ve kadının iki gün sonra öldüğünü” bildirmektedir. https://galeri.uludagsozluk.com/r/2362747/+
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Cumhuriyet Arşivi Daire Başkanlığı Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Başbakanlık Muamelat Genel Müdürlüğü Kataloğu, No: 30 10/9 52 8.
Granda, daha sonra R. Zühtü’nün “akıl ve sinir hastalıkları”ndan rapor alarak, ceza almadığını yazıyor. Bu da doğru: Yine Adalet Bakanlığı tarafından 21 Nisan 1935 tarihinde Başbakanlığa gönderilen yazıda, “muhakemenin men’ine” karar verildiği görülüyor.[3]
Deli raporu R. Zühtü’nün yargılanmasına engel oldu! R. Zühtü, deli raporu sayesinde cinayetle yargılanmaktan ve ceza almaktan kurtuldu.
Bir kadına kurşun yağdırıp öldüren Recep Zühtü, Atatürk’ün Nöbet Defteri’ne göre, 31 Mayıs 1935’de, yani cinayetten “sonra” M. Kemal Atatürk ile görüşmüş… Aynı yıl 7 Temmuz’da yine görüşmüşler. 1936 yılında iki görüşme daha gerçekleşmiş. 1937 yılında ise görüşme sayısı hayli yüksek: 23 kez.[8]
Gördüğünüz gibi M. Kemal Atatürk, bir kadının canına kıyan Recep Zühtü’nün milletvekilliğini sürdürmesine izin vermiş ve cinayetten sonra da onunla defalarca görüşmüştür.
"1935 tarihli genel seçimlerin hemen ardından 10 Şubat 1935 tarihinde istanbul Çengelköy’de Fatma Medine adlı bir kadını öldürmek suçundan Üsküdar Başsavcılığı tarafından hakkında tahkikat başlatılmıştır. Bu nedenle Zonguldak milletvekili seçilmesine rağmen meclisin açılışına ve yemin törenine katılamamıştır. Ancak daha sonra istanbul ve Üsküdar Başsavcılığı tarafından yargılamanın durdurulması üzerine 3 Haziran 1936 tarihinde yemin ederek görevine başlamıştır."
Görgü tanıklarına rağmen Recep Zühtü tutuklanmadı.
Kimse bir işlem yapmadı?
Atatürk'ün uşağı Cemal Granda'ya göre "adli makamlar, Cumhurbaşkanının yakını diye Recep Zühtü hakkında soruşturma yapmaktan çekiniyorlardı." Ama dosyayı da kapatılamıyorlardı. Çünkü katil belliydi. O günkü yasalara göre, akli dengesi yerinde olmayan, cinayet işlese bile yargılanmıyordu.
Yine o günkü yasal boşluğa göre akli dengesi yerinde olmayanın milletvekili seçilmesine bir engel yoktu.
Recep Zühtü için tek kurtuluş bir "deli raporu" almaktı.
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne gittiler.
Recep Zühtü'yü kontrol eden başhekim Mazhar Osman, "Bu adam sapasağlam..Benim buna deli raporu vermem için benim delirmem gerek" dedi.
Ancak Mazhar Osman'ın hastanede olmadığı bir anda yardımcısı Fahrettin Kerim Gökay, Recep Zühtü'ye istenilen deli raporunu verdi.
hatırda kalmaz satırda kalır / Ümit Bayazoğlu
"Başta istanbul, Ankara olmak üzere yurdun pek çok yerinde binaları, arsaları vardı. Nasıl sahibi olduğu şüpheli matbaasında Atatürk resimli sigara kağıtları bastırmıştı. (Neyse ki bu arsızlığı paraya çeviremeden engellenmiş.) Körü körüne sadakat malumunuz insanı kaçınılmaz olarak muhbir de yapar. En yakınlarını bile ispiyonlamakta beis görmezler. Mesela Recep Zühtü Ankara' da bir barda göz koyduğu revü kız, kendisiyle değil de Falih Rıfkı (Atay) ile çıktı diye bunu koşa koşa Atatürk'e yetiştirdi. Bir Konya gezisinde Konya Lisesi öğretmenlerini "komünistlik yaptıkları" gerekçesiyle Atatürk'ün hışmına maruz bıraktı. Yine bir gün Karpiç'te demlenirlerken radyoda Hitler'i dinleyen Reşit Galip, "Bizim Hitler acaba ne zaman konuşacak" diye bir şaka yapmak gafletinde bulundu. Haliyle Recep Zühtü bunu da Atatürk'e yetiştirdi
Kazım Karabekir "devrimlere ayak uyduramayınca" tasfiye edilmişti. O da bu kızgınlıkla hatıratını yayınlamaya kalktı. Bunu
engellemek için Atatürk'ün en yakın adamları harekete
geçti. Kitaba daha matbaadayken el koydular ve imha ettiler. Bu operasyonu Kılıç Ali ile Recep Zühtü yönetmişti.
Muhbir daha sözünü bitirmeden Recep Zühtü çakı gibi fırladı yerinden. Soluğu Çengelköy'de, o sıra annesinin evinde kalan Medeniye'nin yanında aldı. Saat sabaha karşı üçtü. Kapıyı annesi Ayşe Hanım açtı. Recep Zühtü ona tek kelime söylemeden üst kattaki Medeniye'nin yatak odasına çıktı. Kapıyı arkasından kilitledi. "Medeniye kol düğmelerim nerede" diye bağırırken odayı darmaduman etti. "Elin gavuruyla bunu bana nasıl yaparsın, yüzkarası söyle!" diye bağırdı, acımasızca dövdü. Derken tabancasına davrandı ve kadını cinsel organından vurdu. Sonra Saray'a gitti. Kılıç Ali'ye telefon edip olanı anlattı. Kılıç Ali de Atatürk'ü haberdar etti. Aldığı cevap "Kanuni icabı yapılmalıdır!" oldu. Kadın ölmemişti, fakat Taksim' deki Fransız Hastanesi'ne çok geç getirilmişti. Kardeşi Haydar başında bekliyordu. Can çekişen kadının kardeşine son söz olarak, "Beni vuranlara bir şey yapmaya kalkma sakın, seni de öldürürler!" dedi. 12 Şubat 1935 Salı günü saat 19:30'da öldü. Hastanenin ölüm kayıt defterinde ölüm nedeni Latin harfleriyle yazılı diğer tüm kayıtların aksine, üstelik bir başka renk mürekkeple Osmanlıca yazılmıştı.
Kadın 10 Şubat'ta vurulmuştu. Medeniye'nin öldüğü gün, Şair-i Azam Abdülhak Hamit Tarhan'ın 84. yaş günü kutlanmaktaydı. O gün gazetelerin hepsinde bu haber
vardı; fakat hiçbiri Medeniye Hanım cinayetine yer vermedi. Bundan bir hafta sonra 17 Şubat 1935'te Recep Zühtü Zonguldak'tan milletvekili seçildi. Öte yandan savcılık cinayetle ilgili olarak gevşek bir takip başlatmıştı. "Öldürmek için değil, korkutmak amacıyla" dahi ateş edilmiş olsa, yasal olarak en az üç yıl hapis cezası alması gerekirdi. Çare "deli" raporu almaktı. Bunun için Mazhar Osman'a müracaat edildi. Başhekim oydu. Fakat Mazhar Osman, "Recep Zühtü'nün cezai ehliyeti yok idiyse, Meclis'te işi ne?" diyerek, canını ve kariyerini tehlikeye atarak bu kanunsuzluğa bulaşmadı. Onun yerine imza atmak için aportta bekleyen biri vardı: Dr. Fahrettin Kerim, Recep Zühtü'yü ipten alan raporu imzaladı. "Cinayeti cinnete" çeviren rapor kabul edilmiş, Recep Zühtü de beraat etmişti. "
MANASTIRLI BiR KOMiTACI: RECEP ZÜHTÜ SOYAK VE
FAALiYETLERi / ismail Akbal Yusuf E. Koç
5.1. Ali Şükrü Vakıasındaki Görevi
Ali Şükrü’nün Topal Osman tarafından öldürülmesinin ardından Mustafa Kemal, ismail Hakkı’ya Topal Osman ve adamlarının derhal ele geçirilmesi emrini verir. ismail Hakkı emrindeki kuvvetlerle Topla Osman’ın çetesi arasındaki çatışmalar devam ederken Mustafa Kemal, Recep Zühtü’yü olay yerine göndermiş ve durumu kontrol etmesini istemiştir. Recep Zühtü anı anına olayları Mustafa Kemal’e rapor etmiştir. Falih Rıfkı anılarında, çatışma devam ederken Kırşehir Mebusu Müfit Hoca ile Şemsettin Efendi olay yerine geldiklerini ve Recep Zühtü’den gelişmeler hakkında açıklama istediklerinden bahsederek “Recep Zühtü, onlara tafsilat verdi ve Osman Ağa’nın ölü ele geçirildiğini söyleyince hayretler içinde kaldılar” demektedir (Milliyet, 21.11.1951). Onları hayret içinde bırakanın ne olduğu hâlâ anlaşılmamıştır.
5.2. Rıza Nur’un tasfiyesi
Lozan sonrası siyasal hava gergindi. Muhalefet Lozan’ı hezimet olarak değerlendirirken iktidar da zafer olduğunu iddia ediyordu. Muhalefetin görüşleri kamuoyunu da etkilemeye başlamıştı. Bu yüzden muhaliflerin susturulması önemliydi. Muhalefetin önemli ismi Ali Şükrü siyasal bir suikasta kurban gitmiş, öyle ya da böyle susturulmuştu. Daha sonra da muhalif kadro Meclis dışında bırakılarak etkisiz hale getirilmişti. Bu arada susmayan ve susması için gözdağı verilmesi gerekenler vardı. Bunlardan birisi de Rıza Nur’du. Rıza Nur’u susturma görevi Recep
Zühtü’ye verildi. Recep Zühtü’nün Rıza Nur’u takip etmesi Rıza Nur’un ölüm korkusuna kapılmasına neden olmuştur. Ali Şükrü gibi kendisine de suikast yapılacağından korkmaya başlamıştır. Bu yüzden yanında muhafız taşımaya başlamıştır. Daha sonra özel işleri için Sinop’a gittiğinde arkasından Recep Zühtü’nün geldiğini duyunca korkusu iyice artmış, sağlığı bozulmaya
başlamış ve artık siyaset sahnesinden çekilmeye karar vermiştir (Milliyet, 30.7.1984). Nihayetinde Rıza Nur sessizce tasfiye edilmiştir.
5.3. Karabekir’in Tasfiyesi
Ağustos 1933'te Kazım Karabekir’e karşı suikast tertip edildiği yapılan bir ihbarla ortaya çıkartılmış, Başbakan ismet ve Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in müdahalesiyle önlenmiş, Karabekir'in hayatı kurtulmuştur. Peki, suikastı yapacak olan kimdi?
Karabekir kendisine karşı yapılacak suikastın altında Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya’nın
olduğunu iddia etmektedir (Karabekir, 1992: 167.). Bunu inönü ve diğer yakın arkadaşları da doğrulamaktadır. Kısaca işleri organize eden Şükrü Kaya’dır; ama icraatçı başka birisidir. Karabekir'e suikast şüphesinde ismi geçen şahıs Recep Zühtü'dür ve kişiliği bu işlere uygundur. Karabekir hatıratında bu suikast tertibini yazmış, inönü de bunu doğrulamıştır. ikisine göre de suikast şüphelisi, Recep Zühtü'dür. Karabekir, “Bir Düello Bir Suikast” isimli hatıratına kendisine
karşı yapılacak olan suikastın uygulama şeklini de anlatmaktadır:
“Genellikle kullandıkları senaryolar kavga ve kargaşalık yaratarak kim vurduya
götürmek ya da diğer senaryo eve satıcı kılığında gelerek suikast yapmak ve olayları
Ermenilerin üzerine atmak” (Karabekir, 1992: 165).
Faik Ahmet Barutçu, inönü’den olayları aktarırken Recep Zühtü’nün arkasındakilerin Şükrü Kaya ve Kılıç Ali olduğunu söylemektedir: “Bir gün Kazım Karabekir Paşa’dan bir telgraf aldım. Kılıç Ali ile Recep Zühtü’nün kendisini takip ettiklerini, hayatının tehlikede olduğunu söylüyordu. Bakanlar Kurulu toplantısında bu telgrafı okudum; aynı zamanda bu telgraf üzerine istanbul Valisi’ne tedbir alması için çektiğim telgrafı da okudum. Eğer böyle bir suikast gerçekleşirse Valiyi katil diye takip ettireceğimi de söyledim. Ertesi gün Meclis Reisi’ne çıkarak ‘eğer bir vakıa olursa katil Şükrü Kaya’dır diyeceğimi de söyledim. Daha sonra bu olanları Meclis Başkanından Atatürk’e çıkarak söylemesini rica ettim. Kabul etmedi ben de kendim huzura çıktım ve olanları birebir anlattım. Bunun üzerine Atatürk derhal istanbul’dakileri geri çektirdi” (Barutçu, 2001: 918-1919).Karabekir, Rıza Nur gibi ölüm korkusuna kapılıp susmayınca yıldırı ve tedhiş siyasetine başvurulmuştur (Karabekir, 1992: 203). Yine başrollerde Recep Zühtü, Şükrü Kaya, Kel Ali
(Çetinkaya) ve Kılıç Ali vardır. Karabekir, bunları komitacı bir örgüt olarak nitelendirmiş ve gizli/kızıl pençe ismini takmıştır. Bazı operasyonlarda kullanılan, tehditle, baskıyla, gerekirse Recep Zühtü gibi adamlarla adam öldürterek ve suikastlar düzenleyerek yeni rejimi bütün muhalif unsurlardan temizlemeyi hedefleyen bir örgüt. Gizli Pençe ya da Kızıl Pençe’nin Teşkilât-ı Mahsusa yönteminden hareketle hücre evleri kullanmaktadır. Birkaç tane gizli pençe evi vardır. Bunlardan bir tanesi de Kılıç Ali’nin istanbul’daki gizli dairesidir. Gizli baskınlar ve planların birçoğu bu dairede yapılmaktadır. Bu daireyi Kılıç Ali ve Recep Zühtü sıklıkta kullanmaktadır (Karabekir, 1992, s.179-180).Bu örgüt tedhiş ve yıldırma siyaseti uygulamaktadır. Sürekli gözaltında tutma, peşine adam takma ve laf alma mücadeleleri. Hepsi psikolojik hareketin birer aşaması. Sonuç alana dek
sürdürülecek bir mücadele. Örneğin Karabekir tam dört ay muhasara altında kaldığını ve kitaplarının yakıldığını iddia etmektedir (Karabekir, 1992, s.169).
Gerçekten de kitap yakma olayı 1933’te Kazım Karabekir’in başına gelmiştir. 1933 yılı mayıs ayında Milliyet gazetesinde Siirt Milletvekili Mahmut Soydan’ın “Millici” imzasıyla istiklal Savaşı’yla ilgili Karabekir’i suçlayan iddiaları yayınlanmaya başlamıştı. Karabekir gazeteye cevabi mektuplar gönderdi. Mektupların yedincisi sakıncalı bulunup yayınlanmadı. Hatta bir yazısında “Karabekir, ‘Şarkılı ibret’ eserini yazacağına istiklal Harbi’nin birkaç safhasını vatan çocuklarına öğretecek eser hediye etselerdi” diye yazması üzerine Karabekir, anılarından ve elindeki belgelerden yola çıkarak “istiklal Harbimizin Esasları” adlı bir kitap yazdı (Karabekir,
1992, s.23). Cağaloğlu’ndaki Sinan Matbaası’nda baskıya giren kitaptan 3 bin adet basıldı. Kitabın basılan formaları Kel Ali (Çetinkaya), Kılıç Ali ve Recep Zühtü gibi isimlerin eline geçmişti. Kılıç Ali, “Bu kitaplar muzırdır, basılamaz” deyince, gece yarısı Recep Zühtü ve Kılıç Ali, adamlarıyla birlikte matbaaya gelip ciltlenecek 3 bin kitabı çuvallara doldurdu ve Topkapı sur dibine götürüp bir kireç ocağı çukurunda yaktılar. Karabekir’in evi 4 Haziran 1933 sabaha karşı 4’te basılıp aranır ve buradaki kopyalar da imha edilir. Sadece Feridun Kandemir 5 nüsha saklayabildi. Kazım
Karabekir kitabının yayınlandığını göremeden 1948’de vefat etti. Feridun Kandemir’in kurtardığı nüshalardan oluşan kitap 1951’de basıldı.