"eşyalar toplanmış seninle birlikte
anılar saçılmış odaya her yere.
sevdiğim o koku yok artık bu evde
sen..."
burada
"kıyıda köşede gülüşün kaybolmuş
ne olur terketme yalnızlık çok acı
bu renksiz dünyayı sevmiştik birlikte"
burada
"hatırla o günü karşıki sokakta
seni öptüğümü ilk defa hayatta
kollarımda benim ilkbahar sabahı
sen... "
burada
"sönmüş bak ışıklar,ev nasıl karanlık
o ılık, aydınlık yuvamız soğumuş
geceler bitmiyor ağlıyorum artık
sen... "
burada
"bana biraktığın bütün bu hayatın
yaşanan aşkların, değeri yok artık
ben sensiz olamam artık anlıyorum
sen... "
burada
"masamız köşede, öylece duruyor
bardaklar boşalmış her biri bir yerde
sanki hepsi hasret senin nefesine
sen... "
burada
"şimdi çok yalnızım
ne olur kal benimle
o kapıyı kapat elini ver bana
dışarıda, yalnız üşüyorsun
sen... "
burada
"kıyıda köşede gülüşün kaybolmuş
ne olur terketme yalnızlık çok acı
bu renksiz dünyayı sevmiştik birlikte
sen... "
burada
kısacası "kadınım" sözü dışında her vurguda yitirmişlik, olmamışlık, bi kaybediş, melankoli
salgılayan ve o salgılanan melankolin de tam anlamıyla hakkını veren bi şarkı olmasına rağmen, sadece tek bi sözcükle bütün o olumsuz havanın dağıtılmasına, dağıtılma demeyelim de epriyip içinde bi umut, hala aidiyetlik barındırmasına olanak sağlayan bi yorum, beste, dogmatik filmlerde ansızın atılan şen bi kahkaha.
evet, eşyalar toplanmiş, sevdiğim koku da yok artık, kıyıda köşede bi gülüşün kalmış, ki o da az
sonra kendiliğinden gidecek, ışıkları birileri kapattı, karanlık, üşeyen ellerim gölge oyunundaki ellerine dokunuyor, duvara yani, öyle yalnızım işte anla, ama her şeye rağmen gene de sen benim "kadınımsın", benim, sadece benim, iyelik ekleri hala bende, sıfırlıyor, eşitliyor bu tanım her şeyi, hatta öne geçiyoruz.
bi sözcük nasıl da tüm olumsuz, karamsar, kaybetmişlik hissini, tanju okan'ın sesiyle birleşince daha da nemrut olan kış mevsimindeki pazar ikindiüstü havasını dağıtıp bi nisan sabahına değil de, o kadar uzun boylu değil, haziran kuşluk vaktine atabiliyor, inanılır gibi değil.