becerebildikleri başka bir şey yok çünkü... en son örnek gezi olayları. orada
olduğumdan rahatlıkla söyleyebilirim ki, her zamanki tipik solcu davranışları. ister vandalizm
diyin ister şiddetle -şiddet de denmez aslında, çünkü şiddet her şeye rağmen samimi bir duygudur-ilişkilendirebileceğiniz başta bir tanım getirin, solcuların, ki bu solcu tanımı da açılıp değişebilir, bildikleri tek şey, bozmak, yıkmak, ortadan kaldırmak.
her fırsatta kapitalizmden nefret ettiklerini söyleyip biraz para bulunca en azılı kapitalist olanlar
kimler?
siz hiç işi gücü olan bir solcu gördünüz mü?
sol denilince ne geliyor aklınıza?
yıkmak. kırmak. bozmak.
yeniliğe kapalıdır. her yeni şeyi bir tehdit olarak görürler. başta vatanın satılması olmak üzere her
türlü paranoya bunlara aittir. kendilerine yarar sağlamayan her şeyin arkasında bir şey görürler. bu
bazen amerika, israil gibi ülkeler olur, bazen de ülkenin iç gündemine göre değişen lokal
mevzular. çoğu zaman şeriat gelir, kimi zaman birileri ayaklanır, v.s, ve hepsinin de sorumlusu
kapitalizmdir. bi de bunların laiklik takıntılı olanları var ki, o apayrı bi mevzu. neyse sonuçta
bunlar bi fikir üretemez, sadece en iyi yaptıkları şeyi, yıkmayı, dağıtmayı, eleştirmeyi bilirler.
solcu diyorum, çünkü sıradan bir halk için, yani sıradan derken az önce dükkanı harap olan biri
mesela, onun için solcu, anarşist, komünist, sosyalist, hepsi aynı anlamlara karşılık gelir. birisi
biraz daha uçtur, diğeri biraz daha şeydir, öbürü çok az daha meydir, sonuçta solcu ya da anarşist,
hepsinin de ortak noktası "düzen değiştirmek"tir. bunu da kocaman kocaman laflarla söylerler.
artık bıçak kemiğe dayanmıştır filan şeklinde.
hangi düzeni değiştirmeye çalışırlar peki? kendilerinin kazanamadığı düzeni. düzenin önemi yoktur yani, önemli olan onların kazanıp kazanamamasıdır. eğer onların kazanamadığı,
kaybedenler olduğu bir düzen varsa ortada, bu mutlaka yanlıştır, çünkü doğru olsaydı mutlaka
kendileri kazanırlardı.
övündükleri tek şey de bundan ibaret işte. onlar gibi olan kim varsa sağda solda .bak biz geçen
hafta şunu yaptık. sesimizi duyuracağız. yolumuzdan asla dönmek yok. bir takım zorluklar çekiyoruz ama değiyor. her şey devrim için şeklinde ucuz, sıkıcı, içi boş konuşmalar yapmak. birbirilerini övmek.
taksim'dekiler, hadi devam, yıkın, dağıtın, fırsat bulursanız dükkan da yağmalayın. sizler bu
ülkenin, hatta dünyanın geleceğisiniz. düzen değiştireceksiniz. size karşı orantısız güç kullanan
polisler, ağlayıp sızlayan salak esnaflar, yoldan geçen sevgililer, çocuklar, analar, babalar bunlar
şimdi size kızabilir, durmayın ama, asla yolunuzdan dönmeyin, asıl onların yarınları için
savaşıyorsunuz siz. polislerle bir araya gelip kalkanları copları ortaya koyarak paydaları eşitleyin, orantıyı sağlayın, bölüştürüp kapışın, sizin kadar akıllı olmayan esnaflara gidip "amca sen dur anlamazsın biz okumuş bilgileri insanlarız " diyip ideolojinizi öğretin, genç sevgilileri durdurup erkek olanına "ulan biz burada sizin, çocuklarınızın geleceği için savaşıyoruz, sen bilmem ne
uğruna buralarda sürtüyorsun diyip ayar verin, dikkat edin sevgilisi duymasın ama, gerçi siz
böyle konularda çok hassassınız.
evet, çapulcular bu daha başlangıç. hız kesmeyin. taksim'in girişindeki burger king'ten
sınırsızca steakhouse burger yiyebileceğiniz, starbucks'ta bardağınızın üstüne isminizi güvenle, ben de sizin bi parçanızım, kendimi burada rahat hissediyorum şeklinde bağırabileceğiniz zamanlar gelene kadar devam. cebiniz biraz para görene dek boş zamanlarınızı değerlendirin işte.
olayın en tuhaf yanı ise, bu devrimciler, solcular, adları neyse artık, halk için peşinde koştukları
devrimin, halkta karşılığı...
eyyyy taksim göstericileri, eczanesini, restoranını, kitapçısını harabeye çevirdiğiniz esnafa
anlatsanıza devriminizi. yanına gitsenize. nasıl bir devrim ki bu, arkasında bırakın halk olmayı,
halka karşı, diyorum ya, bunlar yaptıklarını ancak kendilerini anlatabilirler. şimdilik tek yaşama
sebebleri de bu zaten.