ben değil de bir tanıdık diyelim de kendimizi övmüş gibi olmayalım çünkü amaç bu değil. bir ege türküsünün senfonisine takılıp tarihe ama macaristandan başlayıp istanbula kadar gelen 350 yıllık bir tarihe gömülüp gitmektir.
(bkz: ardıçtandır kuyuların kovası)
aga bak bu bahsettiğim arkadaş, ülkede kaymak tabakanın erişebileceği aklına gelen her türlü titre erişmiş, yeri gelmiş paraya pul muamelesi yapmış yeri gelmiş kral gibi yaşamıştır fekat bütün bu nimetlere sadece bir kişi üstünlük kurabilir, bu adam nezdinde.
ananesi.
sebebi aslında belli, ondan gördüğü büyük ilgi, beklentisiz sevgi ve demir misali dövülmüş olsa da yumuşacık bir insan olarak kalması, ananesinin ama sadece ve sadece ona karşı yumuşacık. başkalarına karşı gene demir gene katı.
bu adam neredeyse yüzlerce sevgi yaşamış, yüzlerce insanı hayatına sokmuş çıkarmış ama hala evinde sadece ananesinin resimleri asılıdır.
cebinde ananesinin resmi vardır ki kendi fotoğraflarına bile bakmayı sevmeyen bi tiptir.
anası babası ananesinin yanında 2. plandadır. varsa yoksa çakır gözlüsü.
bakar ananesine bir macar görür, hani şimdilerde var ya türklere benzeyen macarlar, ondan işte. araştırır nedir bu diye. balkanlarda bunlara macarlar dendiğini öğrenir. osmanlının macaristan ı fethinden sonra taaaa macaristan a gönderilmişler. oralar kaybedildikçe de romanya sonra bulgaristan ve izmit ve istanbula kadar gelmişler.
adam, şimdilerde cennette olan ananesini (ki cennete, cehenneme pek inanmaz ama ananem cennette der) pek sık aklına getirmez yani öyle o yoksa ben yokum havalarında değildir ama işte böyle içli bi türkü, onun yanındayken aklına işlenmiş, bir kapı, bir pencere, bir küpeli çiçeği, bir yazma, bir bakır, bir pide görünce durgunlaşır ağlamaklı olur.
zaten işi gücü o anları, o mekanları canlandırmak, yaşamaktır. öyle uğraşır o işlerle.
hay deli adam ya.