birleşik krallıkta hukuki atamaları belirleyen siyasilerin çoğunluğu liberal olsa da, ciddi bir kısmı commie anlaşılan, vah vah:
https://galeri.uludagsozluk.com/r/2341384/+ http://politikaakademisi....inin-kalesi-isci-partisi/
işçi Partisi, 20. yüzyıl başlarında, ingiltere’de, Liberal Parti’nin işçi sınıfının haklarını yeterince savunamaması üzerine kurulmuş bir sol partidir.[3] Bu noktada Mümtaz Soysal’ın dikkat çektiği bir husus, işçi Partisi öncesinde de ingiltere’de güçlü ve örgütlü işçi sınıfı hareketlerinin var olduğu gerçeğidir.[4] Sanayi Devrimi’nin dünyada ilk gerçekleştiği ülke olan ingiltere, haliyle örgütlü işçi sınıfının da ilk ortaya çıktığı ülke olmuştur. Nitekim 1825’ten itibaren -grev yapmamak kaydıyla- ülkede işçi birliklerinin kurulmasına izin verilmiş ve nihayetinde ilk işçi sendikaları ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda, 1838’den itibaren ingiltere’de “Çartizm” (Chartism) adı verilen bir sosyal hareketin ortaya çıkması (1838-1848)[5], işçi Partisi tarihi açısından da önemli bir dönüm noktasıdır. Londralı bir radikal olan William Lovett tarafından 1838 yılı Mayıs ayında bir beyanname yayınlanmasıyla oluşan Çartizm hareketi, Kral’a karşı aristokratlara haklar sağlayan “Magna Carta” (1215) ve burjuvaziye yeni sosyal güvenceler getiren “Bill of Rights” (1689) gibi tarihsel dokümanlar sonrasında, bu defa proletaryaya yeni haklar verilmesini talep eden önemli bir tarihsel doküman olan “People’s Charter”[6] ile ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Çartistlerin 6 temel istekleri şöyledir: (1) 21 yaşını geçen tüm erkeklere oy hakkı verilmesi, (2) Seçim çevrelerinin birbirlerine eşit olarak yeniden tertiplenmesi, (3) Gizli seçim usulünün kabul edilmesi, (4) Parlamento seçimlerinin her yıl yapılması, (5) Parlamento üyeliği için mülkiyet şartının kaldırılması ve (6) Parlamento üyelerine maaş verilmesi.[7]
Ancak Çartistlerin bu taleplerinin hepsi aristokrat ve burjuvazi temsilcilerinden oluşan Avam Kamarası ve Lordlar Kamarası tarafından reddedilmiştir. işçi sınıfı, egemen sınıfların sosyal haklar konusunda kendilerine imkân sağlayacakları konusunda yanılgıya düşmüş ve çok zor durumda kalmışlardır. Öyle ki, ülkede grev hakkı bile halen yasaklı durumdadır. Bu ortamda, ingiliz sendikacılığının ve Çartizm hareketinin öncülerinden Robert Owen’ın (1771-1858) parlamento dışından başarmaya çalıştığı reformları gerçekleştirmek için, kurulu siyasi düzene dâhil olmak ve onu içeriden değiştirmek gerektiği fikri ortaya çıkmış ve sol çevrelerde genel kabul görmüştür.[8] Ayrıca 1867’de Benjamin Disraeli’nin yaptığı reformlarla seçim (oy) hakkı elde edilmiş ve demokratik siyasi mücadele için uygun altyapı oluşmuştur. Lakin işçi sınıfı mensupları ve kanaat önderleri, bir süre daha Liberal Parti’yi desteklemeye devam etmişlerdir. 1880’e gelindiğinde ise, 1868’den beri faaliyette olan işçi Temsil Birliği (Labour Representation League), Liberal Parti çatısı altında 11 işçi temsilcisini Avam Kamarası’na göndermeyi başarmıştır.[9] Hatta bu çabaların devamı niteliğinde, 1890 yılında işçi Birliği (Labour Union) adlı bir örgütlenme de ortaya çıkacaktır. Dönemin bir diğer önemli gelişmesi de, 1884 yılında Londra’da iskoç filozof Thomas Davidson ve dönemin önemli entelektüelleri George Bernard Shaw, Sidney Webb, Annie Besant, Edward Pease ve Graham Wallas gibi kişiler tarafından kurulan Fabian Topluluğu (Fabian Society) adlı sosyalist örgütlenmedir.[10] ismini Kartaca Ordusu’nu mağlup eden Romalı General Fabius’tan alan bu dernek[11], sosyalist düşüncede Marksizm’in kurucusu Karl Marx’ın düşüncelerinden etkilenmeyen farklı bir kol olarak (Fabian Sosyalizmi) halen bile varlığını sürdürmektedir.[12] Kökleri Robert Owen’ın “Ütopik Sosyalizm” anlayışına dayalı olan Fabiancılık, büyük ölçüde Sidney Webb ve eşi Beatrice Webb tarafından geliştirilmiş ve sosyalizmin devrimci mücadele yerine yavaş yavaş devletleştirme politikaları ile iktidara gelmesi taraftarı olan bir akımdır.[13]
Ancak tüm bu gelişmelere rağmen, sosyal haklar konusunda o dönemde gelinen nokta, işçi sınıfı temsilcileri açısından yeterli bir başarı olarak görülmüyor ve bir “işçi sınıfı partisi” özlemi çeşitli vesilelerle yansıtılmaya devam ediyordu. Hatta iskoç sendikacı ve politikacı Keir Hardie (1856-1915)[14], bu doğrultuda, 1893 yılında, ilk Genel Sekreteri seçildiği -sosyalist çizgide- Bağımsız işçi Partisi (Independent Labour Party) adıyla bir parti bile kuracaktır.[15] Hardie, 1892 yılında West Ham bölgesinden milletvekili seçilmiş ve başında kasketiyle Avam Kamarası’nın yolunu tutmuştur.[16] Ancak işçi sınıfının partileşme ve siyasete aktif olarak katılma çekinceleri bir süre daha devam etmiştir. Nitekim 1895 yılına gelindiğinde, toplam 1,5 milyon sendikalı üyesi olan Britanya işçi sınıfı, Keir Hardie’nin partisine ancak 45.000 oy verecek durumdadır.[17] Bu hüsranın üzerine, 1900 yılı 27 Şubat’ında Memorial Hall binasında tüm sendika ve sol politikacıların katılımıyla büyük bir toplantı yapılmış ve işçi Temsil Komitesi (Labour Representation Committee) adlı yapı kurulmuştur.[18] Toplantıya, işçi sendikalarının yanı sıra, Bağımsız işçi Partisi, Fabian Topluluğu ve Sosyal Demokrat Federasyon (Social Democratic Federation) gibi dönemin tüm önemli sol örgütlenmelerinin temsilcileri de katılmışlardır. işçi Partisi’nin temelleri de işte bu Komite vasıtasıyla atılacaktır. Bu toplantıda, sosyalist ideolojik siyasetten ziyade, işçi sınıfı haklarının savunulması ve geliştirilmesi görüşü kabul edilmiştir.[19] 1906’ya kadar işçi Temsil Komitesi adıyla faaliyetlerini sürdüren bu yapı, 1906 yılında ise işçi Partisi (Labour Party) adını almış[20] ve bu şekilde Britanya’nın bu köklü sosyal demokrat partisi siyasi yaşamına başlamıştır.
1906’da siyasi yaşamına başlayan parti, o yıl düzenlenen genel seçimde 26 milletvekilliği kazanmayı başarmıştır.[21] Parti, 1914 yılına kadar ulusal çapta örgütlenmesini tamamlayamadığı için, Liberal Parti ile gayrıresmi bir anlaşma halinde, farklı seçim bölgelerinde birbirlerinin adaylarını destekleyerek ve bu partiye rakip olmayarak faaliyet göstermiştir.[22] Birinci Dünya Savaşı döneminde ülkede kurulan koalisyon hükümetinde, işçi Partisi, eğitim işlerini üzerine alan Arthur Henderson (1863-1935) ile tarihindeki ilk Bakanı çıkarmıştır.[23] 1918 yılında ideolojik yenilenmeye de giden parti, sosyalizmi temel ideolojisi olarak benimsemiş ve Fabian Topluluğu liderleri Sidney Webb ve Beatrice Webb tarafından hazırlanan “işçi Partisi ve Yeni Toplumsal Düzen” (Labour and the New Social Order) programını[24] kabul etmiştir. Buna karşın, 1918 seçimlerinde beklediği başarıya ulaşamayan ve 57 milletvekili çıkarabilen parti, 1922 seçimlerinde ise Ramsay MacDonald (1866-1937) liderliğinde iyi bir performans göstermiş ve 142 milletvekilliğiyle -Muhafazakâr Parti’den sonra- ülkedeki ikinci büyük parti ve anamuhalefet partisi haline gelmiştir. Bu, partinin merkez siyasete dâhil olması ve meşruiyet kazanması açısından çok önemli bir dönüm noktasıdır. Bu dönemde Muhafazakâr hükümetin düşmesi üzerine de, parti, 1924 yılında Ramsay MacDonald ile Liberal Parti’nin desteklediği bir azınlık hükümeti kurarak, ilk kez Başbakanlık makamını kazanmayı başarmıştır. Ancak Sovyet sempatisi ve komünizm eleştirileri nedeniyle, MacDonald ve işçi Partisi’nin bu ilk hükümet deneyimi bir yıldan kısa sürmüştür.[25] Büyük Buhran’ın başladığı 1929 yılı genel seçimlerinden birinci parti olarak çıkmayı ve 288 sandalye kazanmayı başaran Labour, Ramsay MacDonald liderliğinde bir kez daha Liberallerin desteğiyle hükümeti kurmayı başarmıştır. Ancak bu dönemde sosyalist programını uygulama imkânı bulamayan ve başarısı büyük ölçüde Liberal Parti’nin desteğine bağlı olan parti, kısa sürede iç karışıklıklara boğulmuş ve bunun neticesinde 1931 seçimlerinde milletvekili sayısı 52’ye kadar düşmüştür.[26] Ancak 1929-1931 döneminde de işçi Partisi yine ilerici kimliğini ispatlamış ve Britanya tarihinin ilk kadın Bakanını (Margaret Bondfield) çıkarmıştır. 1935 yılında oy oranını ve sandalye sayısını (154) arttırmasına karşın 1931’den 1940’a kadar iktidardan uzak kalan parti, 1940 yılında Muhafazakâr Winston Churchill Başbakanlığında kurulan ulusal hükümette ise koalisyon ortağı olarak yer almayı başarmıştır.[27]
işçi Partisi’nin asıl büyük çıkışı, savaş sonrasında yapılan 1945 genel seçimlerinde oldu. 1935 yılında partinin başına geçen Clement Attlee (1883-1967) liderliğinde bu seçimde beklenmedik büyük bir patlama yapan parti, 393 sandalye kazanarak ilk kez tek başına bir hükümet kurmayı başardı.[28] Bu sonuç, savaş döneminde yaşanan ekonomik sorunlara halktan gelen tepkiyi ve dünyada yükselen sol ekonomik politikaların (devletin aktif yatırım ve istihdam politikalarını savunan Keynesçi ekonomik anlayış) gücünü gösteriyordu. Partinin seçim öncesinde ilan ettiği manifestosu ise, “Gelecekle Yüzleşelim” (Let Us Face the Future) adını taşıyordu[29] ve sefalet, bakımsızlık, hastalık, cehalet ve işsizlikle mücadeleyi amaçlıyordu[30]. Attlee liderliğinde 6 yıla yakın süre tek başına iktidarda kalan parti, bu dönemde birçok yeniliği gerçekleştirmeyi başarmıştır. Bunlar arasında kuşkusuz en dikkat çekici olanı, sosyal devletin başarılı bir uygulaması olarak kamuoyuna sunulan Ulusal Sağlık Sistemi’dir (National Health Service-NHS). Bu projenin mimarı ise, Başbakan Attlee ile birlikte, dönemin Sağlık Bakanı Nye Bevan veya Aneurin Bevan’dır[31]. Ayrıca yine bu dönemde, imar ve toplu konut projelerinde yapılan atılımlar ve bazı sektörlerdeki (kömür madenleri, elektrik ve gaz, sivil havacılık, demiryolları ve ingiliz Bankası) kamulaştırma hamleleri[32] dikkat çekmiş ve dönemin koşullarında işçi Partisi ile refah devleti temelinde tarihsel bir uzlaşıya varan Muhafazakâr Parti’den de fazla eleştiri almamıştır. Attlee döneminin diğer önemli icraatları ise; 649 yeni okulun açılması, kadın ve çocuk hakları ile kadınların iş hayatındaki konumunun güçlendirilmesi, çocuk hakları yasasının birleştirilerek özel yasa ile koruma altına alınması ve sendika yasası ile -işçilerin- grev, sendikaya üye olma, sözleşme ve diğer sendikal hakları güvence altına alınması olmuştur.[33] Buna karşın, büyük sanayici ve yatırımcılara getirilen yüksek vergiler, zamanla üretim ve işsizlik konusunda ülke ekonomisine tehdit oluşturmaya başlamış ve işçi Partisi’ne yönelen orta sınıf desteğini azaltmıştır. Bu dönemde Hindistan’ın bağımsızlığını kazanması da iktidara yönelen eleştirilerin sıklaşmasına neden olmuştur. Bu nedenle, 1950 seçimleri az farkla kazanılsa da, 1951 erken seçiminde iktidar yine Muhafazakârlara devredilmiştir.