Descartes delililik ihtimalini yok saysa bunu bertaraf etse dahi normal deneyimlerimizden, kendilerinden yana emin olduğumuz duyusal bilgilerimizden de kuşku duyma olasılığı bulunduğunu öne sürer. O, tüm duyu-deneylerinin gerçekte, hayali olabileceklerini söylemektedir. Ona göre duyu-deneyi yoluyla tecrübe ettiğimiz her şey, uyurken bir düşte sahip oldugumuz deneyimlere her bakımdan benzer.
Uyurken gördüğümüz düşlerde, tıpkı uyanıkken olduğu gibi, belli şeyleri görür, bazı yiyeceklerin tadına bakar, birtakım sesleri işitir ve yaşadığımız bu deneyimlerden kesinlikle emin oluruz. Gerçekten de uyurken gördüğümüz düşler, uyanık durumdayken sahip olduğumuz deneyimlerden fenomenal veya niteliksel olarak hiçbir farklılık göstermeyebilir. Descartes için uyanıklığı uyku halinden ayıracak bir ölçüt bulunmadığına göre, uyanıkken sahip olduğumuz deneyimlerin gerçekte uyku halinde yaşadıklarımızın bir parçası olmadığından nasıl emin olabiliriz? Bütün bir yaşantımız niçin sürekli bir düş olmasın?
Descartes'e ait söz konusu “rüya argumania, insanlara gerçekten varolan şeyleri gösteren ya da temsil eden güç ya da yetiler olarak duyulara beslenen naif inanç ya da güveni tamamen ortadan kaldırmaya yöneliktir. Descartes, aradığı Arşimet (Arkhimedes) noktasını bulabilmek için bundan sonra bir adım daha atarak bilimsel hakikatlere ve matematiğin doğrularına geçer. Buna göre, duyular aracılığıyla kazanılan bilginin büyük bir bölümünün kuşkuya açık olduğu kabul edilmelidir der.
Descartes'e göre yine de duyular aracılığıyla kazandığımız bilginin, kendilerinden tam olarak emin olduğumuz belirli değişmez ve güvenilir yönleri vardır. duyularımız aracılığıyla sahip olduğumuz deneyimlerin, yalnızca bir düşün bir parçası olmayıp, gerçekten varolan bir dünyayla ilgili deneyimler olduklarından emin olamasak bile, deneyimimizin içeriğini meydana getiren çeşitli olgularla ilgili olarak bir kesinlik duygusu içinde olamaz mıyız? diye sorar Descartes.
ister uyanık isterse uyku halinde olalım, karım beyaz, çimenin her zaman yeşil, kargaların siyah olduğunu, cisimlerin hep aşağıya doğru düştüklerini kesin olarak bildiğimizi düşünür Descartes. Ve aynı anda, doğabilimlerinin iste- duyu-deneyinin sağladığı bu malzemeyle ilgili olduğunu ve bu bilimlerin bize farklı nesnelerin nasıl davrandıkları konusunda yasalar sağladıklarını gördüğümüzü söyler. Bu durum dikkate alındığında, duyu-deneyine dayanan bilimsel bilginin bir şey hakkında olduğundan, bilimlerin bize içinde yaşadığımız dünyanın sabit ve değişmez yönlerini gösterdiğinden de emin olamaz mıyız? diye sorarak tamamlar argümanını.
Kısaca ozetlersek; Descartes burada açıkça emprizm karşısında rasyonalizmi temellendirmeye ve savunmaya çalışmaktadır. Ona göre duyularımızla edindiğimiz tüm bilgiler rüyalarımızdaki bilgiler gibidir. Doğru bilgiye ulaşmamız nesnel metodu akıldır.
Şimdi Descartes rüyalar ile gerçek dünya arasındaki çok önemli temel bir hususu ıskalıyor veya görmezden geliyor. Doğa rüyalardan herkes için "aynı" olmak hususu ile ayrılır. Rüyalar kişilere özeldir ama deneysel dünya değil. Bir insanın rüyasında gördüğünü sadece kendisi deneyimlerken doğayı herkes aynı şekilde deneyimler. Bir insanın rüyasında uçması sadece onu ilgilendiren bir durum iken dünyanın güneş etrafında dönmesi ya da insanların anne karnında bir embriyodan yaratılması herkes için eşittir. Yani deneysel dünya nesneldir. Rüyalar gibi öznel değildir.
Deneysel dünyanın nesnel olması onun üzerine kuracağımız gerçeklik anlayışı için bize temel sağlayabilir. Deneysel dünyada varolan her şeyin aslının maddi ya da ideal olması durumu onun "reel" olmasını etkilemez.
Bugün bilimin geldiği noktayı göz önüne alırsak duyularımızla deneyimlediğimiz nesnel dünya; değişen, hareket eden, somut, maddi yönüyle materyalizmi; değişmeyen, soyut, ezeli yönüyle idealizmi hakli çıkarır niteliktedir. insan zihni ise bu iki nesnel gerçekliğin tam kesiştiği noktada bulunmaktadır.
insan zihni durmadan değişen, gelişen, başkalaşan nesnel doğadan duyu organları ile aldığı bilgileri sonsuza uzanan soyut matematiksel doğaya giden bir köprü niteliğinde olan zihninde anlamlı hale getirmektedir. Maddenin somut hareketi zihinde ezeli doğa yasası olarak aksetmektedir. Burada insan zihni iki bambaşka ülke arasındaki düzenleyici sinir kapısı ya da iki bambaşka enerji türünü birbirine dönüştüren bir mekanizma veya bir regulator gibi görev yapar.
Peki hangisi daha gerçek ve "ilk"tir? Bence ikisi de eşit derecede gerçek ve "ilk"tir.