içimizde deli gibi koşuşturan çocuğa rağmen büyümemiz ve her yaş aldığımızda biraz daha eskilerden söz etmemiz, oraları özlememiz; çok katlı binaların, tıkış tıkış arabaların arasında büzülüp kalmış bir yavru kedinin yuvasını araması gibi bir şey olsa gerek.
çünkü büyüdükçe dışarıdaki renkli, alacalı dünya grileşirken hayallerimizdeki renkli, alacalı dünya olduğu gibi duruyor. içimizde tek katlı bir ev, birkaç oyun, çokça arkadaş vardır. dışımızda ise çok katlı binalar...
sonunda çocukluğumuz; çok katlı binaların, tıkış tıkış arabaların ve bir sürü insanın arasında büzülüp kalıyor. her geçen gün hayallerindekiyle dışarısı arasındaki mesafe daha da uzuyor. dünyadaki renkler soluklaştıkça içine bir renk daha ekliyorsun ama nafile. her geçen gün seni "keşke o çarpışan arabaya bir kere daha binseydim." gibi bir keşke ile tanıştırıyor. ufak keşkelerle başlıyorsun önce. "keşke o oyuncaktan bana da alsaydılar" diye başlayan keşkelerin, söz gelimi taa "keşke onu bir kez daha öpebilseydim"e kadar varıyor. "keşke ona sarılarak veda edebilseydim." "keşke onu görebilseydim."
"birini çok özlemek..." hiç öyle anlıyormuş gibi okuma. bu cümlenin tefsirini çok az insan yapabilir. çift katlı battaniyenin altında tırnaklarının ucuna kadar titremiş birisiysen belki... işte o zaman bu keşkeleri hararetle sarsılarak söylersin.
büyüdüğünde kendine oyuncaklar değil, özlem'ler alırsın. kendine bir "özlem" aldığın ilk gün henüz acemisindir. öyle trafiğe falan çıkmazsın yani. ara sokaklarda özlersin. ama bir daha asla göremeyeceğin birini özlemeye başladığın o ilk gün bile keşke bu keşkeyle tanışmasaydım dersin. özledikçe keşkelerin değişir. yıllar geçtikçe daha da azıyla yetinmeye, daha da azını istemeye başlarsın. o kadar çok özlersin ki daha fazlasını istemek imkânsızlaşır.
"keşke ona bir kez daha sarılabilseydim."
"keşke ellerini son defa tutabilseydim."
"keşke gözlerine bir kere daha bakabilseydim."
"keşke sesini bir kere daha duyabilseydim."
"keşke onu uzaktan da olsa son defa görebilseydim."
derken en son yıllar önce giydiğin, o'ndan kalma bir hayatın cebine elini attığın bir gün orada bir "iyi ki" kaldığını fark edersin. "iyi ki seni hâlâ düşünebiliyorum."
en sonunda onu sadece düşünmeyi ve düşlemeyi bile başkalarıyla yaptığın birçok şeye tercih edersin.
uzun bir zaman bu "iyi ki"yle dolaşırsın sokakları, kurumuş yapraklar gibi...
ondan kalma hayatı tekrar giymeye başlarsın. ama olmaz sana. eskimiş, solmuş, küçülmüş bir hayattır o.
büyümek; eskiden çok sevdiğin kıyafetlerini bile artık giyememektir, anlarsın.
onunla geçtiğin sokaklardan... onunla oturduğun parklardan... onunla baktığın denizden, duvardan... onunla oralardan herhangi bir yerden... hiç olmazsa burnuna bir parça koku gelsin istersin. bilenler iyi bilir, gelir gibi olur bazen. içine iyice bi çekersin. bir de karşına çıksa sanki bir anda gençleşirmişsiniz gibi... yani herhalde öyle olurdu.
diğer cebine elini bi atarsın, aman allah'ım geçen yıllardan kalma bir cesaret, yeniden başlamak için. o mu bırakmıştır yoksa sana bütün bunları? o mu cebine bırakıp gitmiştir bunları?
bir gün bir cesaretle ayna karşısında saatlerce alıştırma yaparsın yeni hayatının karşısına çıkmak için. arkasından dolaşırsın, takip edersin seslenmek üzere. saatlerce alıştırma yapıp da tek bir söz söyleyemezsin. sokakları dolaşırsın.
- kime gitsem?
ararsın. hiççç kimse kalmamıştır. geçtiğin sokaklardan gerisin geri dönüp evine yakın bir parkta bir banka oturursun. oynayan çocuklar ve onlara göz kulak olan anne babalar...
"keşke şu salıncakta bir kere daha sallansaydım."
"olsun olsun henüz o kadar yaşlanmış sayılmam" derken utandığını fark edersin, "çarpışan arabalara en son kaç sene önce binmiştim? o abla haklıymış, salıncaklara binmekten hiç utanmam sanıyordum, kendimi kimseyi umursamaz biri olacak sanıyordum, yanılmışım."
hayatı her gün daha da kaçırmak. her gün daha da gecikmek. sallanan salıncaklar ve öylece seyreden sen. ve tekrar kaçırmak. kitap okurken atladığın sayfalar, birazdan dinlerim deyip asla dinlemediğin şarkılar, bir türlü yapmadığın her şey ama her şey... nedense en çok parklarda gelir kendini hatırlatır.
- merhaba, yeni hayatım sen olmalısın.
- merhaba. herkesin sana karşı olduğunu sandığın yaşlardan kimsenin umurunda bile olmadığını anladığın yaşlara hoş geldin. şaşırma, bir ses duyacaksın. kocaman bir "dank!" sesi.
evet, belki bir parkta, çocukları seyrederken, bir anda büyüyüverirsin ya da yaşlandığını o an fark edersin ve bir cümle beyninin merkezine "dank!" diye paslı bir çivi gibi çakılır: