ikinci Abbasî halifesi Ebu Cafer Mansur tarafından 30 Temmuz 762’de temelleri atılan Bağdat, daha önce var olmuş bir şehir değildi. Ortadoğu’da, eski bir şehrin kalıntılarının üzerine yenisini inşa etmek adetten olduğu hâlde Mansur, tamamen yeni ve müstakil bir başkent kurmak istemişti. Dicle’nin kenarında, yerini bizzat kendisinin belirlediği, planının çizilmesine de katkıda bulunduğu bu şehre, “Esenlik şehri” anlamında “Medînetu’s-Selâm” ismini veren de oydu.
Halife Ebu Cafer Mansur, sadece mimari olarak değil fikrî olarak da başkentin temellerini sağlamlaştırmıştı. Onun döneminde küçük adımlarla başlayan tercüme faaliyetleri, sonraki halifelerin çabalarıyla kurumsal şekle büründü. “Beytülhikme” (Hikmet evi) adıyla kurulan bu tercüme merkezinde Latince, Rumca, Süryanice, Sanskritçe ve Çince dillerinden çok sayıda eser Arapçaya çevrilerek Abbasî imparatorluğu’nun düşünsel ufku genişletildi. Bağdat’ta kurulan münazara meclislerinde ilim adamları fikirlerini tartışırken, dünyanın dört bir yanından akademisyenler ve düşünce adamları Bağdat’a akın etti. O dönemde, Avrupa’dan gelenler bile vardı. Bağdat, sözü edilen zaman diliminde, 930’daEndülüs’teki Kurtuba’ya bu unvanını kaptırıncaya kadar “dünyanın en büyük şehri”ydi.