“Dürzü”, Osmanlı döneminden gelen eski bir ağır küfür olarak Türkçeye yerleşmiş bir ifadedir. Kelime erkekler için genel olarak ahlaki olarak düşüklüğü kasteder; özel olarak da “karısını, kızını, yakınlarını pazarlayan kadın satıcısı” anlamı yüklenir. Buna karşılık zamanla “Dürzü” sözcüğü karakter bozukluğunun daha hafif veya ağır çeşitli biçimlerini barındıran daha genel bir forma bürünmüştür.
Oysa “Dürzü”, doğru yazılımıyla “Dûrzî”, “Dûrzîlik” , Şiî islam dinine bağlı bir mezhep olarak sayılan ismailiye'nin Suriye ve Lübnan'da yaşamakta olan bir kolu ve buna mensup kişidir.
Osmanlı'da sapkın olarak nitelenen mezheplerdeki kişilere karşı “Dürzü” küfür olarak kullanılmaktaydı.
Buna karşılık Türkiye'de Dürzilik inancına sahip çıkan toplulukların kalmaması, diğerlerinin de bunu kanıksaması sonucu “dürzü” halen ağır bir küfür olarak ifade edilmektedir. Hatta Mahzuni Şerif gibi Alevi, Neyzen Tevfik gibi Bektaşi şairler bile “Dürzü” yü küfür olarak kullanan şiirler yazmışlardır.”senin gibi dürzülerin yüzünden / dininden de soğuyacak bu millet. (Neyzen Tevfik); “Dürzülerde olmaz gurur / Dürzü başı eğik durur” (Aşık Mahzuni Şerif)
Modern Türk toplumunda “Dürzi”liğin bir mezhep olduğunun geniş kitlelerce bilinmesi, 1970'lerdeki Lübnan iç savaşı sonrasında Dürzilerin etnik ve dinsel bir grup olarak kendilerini göstermesiyle ortaya çıkmıştır.