"dolca vita hataı yaşan" ifadesinden yola çıkarak, La Dolce Vita filmine gelirsek:
Federico Fellini: La Dolce Vita! La Dolce Vita her ne kadar daha önce çektiği iki filmiyle Yabancı Dilde En iyi Film Akademi Ödülü’nü kazansa da italyan yönetmen Fellini için kariyerinin bir sıçrama tahtasıdır. Bu filmler sırasıyla; Sonsuz Sokaklar (1954) (özgün adıyla La Strada) ve Cabiria’nın Geceleri (1957) (özgün adıyla Nights of Cabiria) Bu filmlerde kısaca, savaş sonrası yeni yeni kendine gelen bir toplumda yaşanan masumiyet sancılarına değinir.
Federico Fellini – La Dolce Vita
La Dolce Vita’da ise, masumiyet yitimi ve ahlaksal çöküş tema olarak en yoğun ve diğer iki filmden farklı olarak en modern halini alır. Magazin dergilerine yazı yazan bir gazetecinin (ki bir sahnede kendi romanını da yazdığını görürüz) yedi gün yedi gece Roma’da başından geçen olaylar silsilesini yarı trajedik yarı gülümseten fakat hazin bir gerçeklikle ele alır Fellini bu filminde.
Öyle bir karakter profili çizer ki, ya herkes onun yerinde olmak ister, ya da kimse ona benzemek istemez. Tuttuğunu koparan, yakışıklı, genç ve dahası kadınların vazgeçemediği lüks hayat yaşamayı seven ya da en azından özenen biridir Rubini (Marcello Mastroianni) Şehirde önde gelen herkesi tanır ve sokulgan kişiliği ile herkesle kaynaşır.
Fakat yaşadığı kimlik buhranı ve kaybolmuşlukla ahlak kurallarını göz ardı etmekte sınır tanımaz. Kazanan bir kaybeden veya kaybeden bir kazanandır o. Lüks spotışıklarının altında yavaş yavaş erimekte ve dibe vurmaktadır. Önlenemez son, kısacası insani değerlerin kaybı ne acı ki onu bekler.