neresine baksanız enkaz, neresine baksanız bir yıkımın görüldüğü, adeta yerle yeksan ve dümdüz olmuş bir şehir. karşımızda sanki ikinci dünya savaşındaki berlin gibi veya dibindeki iç savaşı yaşamış halep gibi bir yıkıma uğramış, gördüğümüz görüntü deprem değil, adeta küçük bir kıyametin izi gibi. enkazlar kadar yıkılmayan fakat hasarlı evlerin görüntüsü de ürpertici. kadim kentin habibi neccar camisi, ulu camisi, tarihi kiliseleri, sinagogları, otantik çarşısı, eski antakya evleri, tarihi meclisi, affan kahvesi, kurtuluş caddesi ya yıkılmış ya da hasar almışlar. tarihi evlerin dar sokaklarından da geçmek imkansız, çünkü yıkıntılar yolları ve sokakları da kapatarak, geçişi kapatacak şekilde yığınak oluşturmuş.
günlerdir filmi başa sarıyorum, orada gördüğüm insan suretlerini hatırlamaya çalışıyorum. künefe yediğim mekan sahibinin, sinagog bitişiğindeki gayrimüslim terzinin , kiliseye giden uzun boylu adamın, umumi wc kapısını bekleyen kibar ve güleryüzlü zayıf kadının, çay servisi yapan esmer oğlanın, otogara yetiştiren mülayim görünümlü bıyıklı minibüs şoförünün yüzünü hatırlamaya çalışıyorum, hatırlayamazsam ve unutursam sanki vefasızlık yapmışım gibi hissediyorum. antakya'ya gidenler ve antakya'yı gezip görenler için bu felaket daha fazla iç sızısına sebeptir.