Yüce Rabbimiz, sadece kendisine kulluk etmesi için yarattığı insanı yeryüzünde başıboş ve çaresiz bırakmamıştır. Kâinatı onun hizmetine vererek, insanın bedenî ve ruhî bütün ihtiyaçlarını karşılayacak muazzam bir nizam kurmuştur. Kur’ân-ı Kerîm bu muhteşem nizamın mâhiyetini beyân eden ilâhî kelamdır. işte âyet-i kerîmede bu nizamdan bir kesit takdim edilmektedir:
Ayette geçen ilk kelime اَلْاَرْضُ (arz)dır. Toprak için de kullanılan arz kelimesi, sözlükte “yiyip bitirme”, “sarsma” ve “çiğneme” anlamlarına gelmektedir. Hz. Ali’nin ifadesine göre, “içinde bulunan her şeyi yiyip yok ettiği için”; bir başka görüşe göre ise, “ayak ve tırnaklarla çiğnendiği için” toprağa arz ismi verilmiştir. Üzerinde yaşadığımız gezegene de yukarıdaki kök anlamlarından hareketle arz denmiştir. Aslında dünyamız, bir “su gezegeni” olmakla birlikte, kendilerini dört bir yandan karaların kuşatmış olduğunu gören kadim insanlar Yerküre’yi arz diye adlandırmış ve asırlarca Yerküre’nin sathının -birtakım su kaynakları dışında- tamamen kaya ve topraktan oluştuğuna inanmışlardır.
Allah Teâlâ, şu anki Yerküre’yi meydana getirirken, onu üzerinde rahatça hayat sürdürebileceğimiz bir döşek şeklinde düzenlemiştir. Aslında kararsız, sebatsız, oynak bir ateş koru olan Yerküre, zamanla suyun fevkinde ve yumuşaklıkla sertlik arası bir kıvama erişmiş; canlıların, üzerinde yerleşip yaşamasına, huzur ve karar bulmalarına elverişli hâle gelmiştir. Yeryüzündeki dağlar, sert kayalıklar ve denizler gibi “döşek” mefhumuna aykırı gözüken kısımlar ise, yeryüzünün döşek gibi kullanılmasını sağlayan bölgelerdir. Nitekim “Biz yeryüzünü bir döşek yapmadık mı? Dağları da onu sağlam tutan birer kazık” (Nebe’ 78/6-7) ayetinde, dağların arz döşeğini istikrarlı bir şekilde tutan birer “kazık” olduğu belirtilmiştir.