31 Temmuz 1959 tarihinde Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğu'na üyelik başvurusu ile başlayan Türkiye-AB ilişkilerinde, 6 Mart 1995 tarihinde imzalanan Gümrük Birliği Antlaşması, AB tarihinde en büyük istisnalardan biri olmuştur. Zira o dönemde AB'ye üye olmayıp gümrük birliğine dahil olan tek üye Türkiye olmuştur. Yani bazı kesimlerin deyişiyle Türkiye, AB'nin pazarı olmuştur.
Aslında Türkiye'nin bu topluluğa dahil olamamasında ekonomik faktorler büyük bir etken olabilir. Ama bu ifade sorunun çözümünde eksik kalacaktır. Çünkü Türkiye'den ekonomik anlamda daha zor durumda olan ve Türkiye'nin üyelik başvurusundan çok sonra başvurularda bulunan ülkeler üye olmasına rağmen AB; "Türkiye için katılım süreci", "fasılalar" gibi safhalarla durumu daha sıkıntılı bir hale taşımaktadır. Zaten 2016 yılında Avrupa Parlementosu'nun isteği doğrultusunda üyelik süreci dondurulmuş vaziyettedir.
Böyle olmakla beraber, AB'nin Türkiye'yi kendi içerisinde kabul etmemesindeki yegane sebepler kültürel faktörler olduğu kadar nüfusu da söylenebilir. Zira gümrük birliği imzalandığı vakit Türkiye topluluğa girmiş olsaydı, nüfusuna ve TBMM'deki mebus sayısına oranla, Avrupa Parlamentosu'nda Fransa'dan sonra en çok azâ bulundurabilecek ülke konumunda olacaktı. Haliyle AB' nin kaderini tayin edecekti. Bu durum da üye ülkeleri endişelendirmiş olmalıdır.
Ama geldiğimiz noktada gümrük birliğinin Turkiye'yi AB'nin pazarı haline getirmesi ekonomik sorunları çözmek yerine daha da sıkıntılı bir duruma sokmuştur. Nitekim 2000 krizi de bununla ilişkilendirilebilir. Nitekim ülkeye 1980'lerden itibaren gelen teknolojik ürünlerde AB'ye üyelik sürecinde bu antlaşma önemli bir anlam içermekle beraber, emperyalist firmaların yerli müteşebbisi ezmesi gelişen Türkiye'yi antlaşmanın ilk yıllarında zorlamıştır. Günümüzde bu durum eskiye nazaran aşılmış gibi görünüyor olsada, antlaşmanın geçerli olması ve ülkedeki ekonomik sorunlar, 2000'deki krize benzer yeni bir ekonomik buhrana şahit olmamızda önemli etkenlerin başında gelmektedir.