burada o yılları çok güzel anlatmış yazar. gerçekten sefalet dolu yıllarmış:
Yazarın kadınlar hakkında aktardığı en ilginç hikâyelerden biri toplama kamplarıyla ilgili. Kamplara ilk girenler buradaki insanlıkdışı durum karşısında ne yapacaklarını bilemediler. Kurtarılanlardan binlercesi, kendilerine verilen askeri tayınlar ‘ağır geldiği’ için öldü. Fiziksel ve ruhsal olarak mahvolmuş bu insanlara gelen yardım paketlerinden biri ruj doluydu. ingiliz Yarbay Gorin anılarında sonrasını şöyle anlatıyordu: “Kanaatimce hiçbir şey kamp sakinlerinin işine rujdan daha fazla yaramadı. Kadınlar çarşafsız ve geceliksiz, ama kıpkırmızı dudaklarla yatağa giriyorlardı; omuzlarına sadece bir battaniye atmış olarak ama kıpkırmızı dudaklarla ortalıkta dolaştıkları görülüyordu. Sonunda birileri onlara tekrar birey duygusu kazandıracak bir şey yapmıştı... Ruj onlara insanlıklarını geri vermeye başladı.”
Yaşanan insanlık trajedileri 1945’in en önemli meselesi. Öte yandan bugün yaşadığımız uluslararası düzenin temelleri de o yıldan itibaren atılmaya başlandı. Müttefiklerin savaş sonrası planları hazırdı. ABD Başkanı Roosevelt son döneminde kendini ‘demokratik bir dünya örgütü’ne adadı. Birleşmiş Milletler’in kurulmasına epey çaba harcandıysa da ancak günümzdeki kadar etkili bir sistem kurulabildi. Nazilerin yargılanması da kolay olmadı. Bilinen hukuk bu insanlıkdışı suçların dehşeti karşısında çaresiz kalıyordu. Mahkemeler kurulup yargılamalar başladığında insanlığa karşı işlenen suçlar da tanımlanmaya, insan hakları kavramı yaygın kabul görmeye ve bu bağlamda hala da etkili olabilen uluslararası mekanizmalar kurulmaya başlandı. Buruma’nın kitabı 1945’i batıdan bakarak anlatıyor ve önemli bir güç olarak anılan Sovyetler’i tavrını fazla yansıtmıyor. Bu da kitaba Sovyet karşıtı bir hava katıyor.
Bugünkü dünya düzeninde epey etkili bir yıl 1945. Yine de en önemlisi, o ‘insanlık sefaleti’ hali. Dolayısıyla, savaşın kurbanlarını konu alan bütün metinler gibi Sıfır Yılı için de en etkili antimilitarist kitaplardan biri diyebiliriz.