24 Ocak 2001... Saat:18.50 suları... Yer: Diyarbakır... Yeryüzünde herhangi bir canlının sağ olarak kurtulma ihtimalinin mümkün olmadığı bir suikast... Hedef, telsiz kodlarının 3310 şifreli ismi... Polis telsizinden olay anı:
Saat 18.50: Merkez, merkez. Saldırıya uğradık, saldırıya uğradık
Merkez :Olay yeri neresi?
Yaralı polis: Şehitlik mevkii
Merkez : Zayiat var mı, zayiat var mı?
Yaralı polis: Şehidimiz var.
Merkez: Sayın 3310'un durumu ne?
Yaralı polis: Başımız sağ olsun...
Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, 24 Ocak 2001 tarihinde saat 18:50 sularında, Emniyet Müdürlüğü'nden ayrıldıktan sonra elim bir saldırıya uğramış ve dönemin Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un yeğeni Atilla Durmuş, Mehmet Sepetçi, Mehmet Kamalı, Sabri Kün ve Selahattin Baysoy adlarındaki beş polis memuru ve kendisi şehit edilmişti.. Suikasttan sonra çok yazıldı,çizildi ve birçok komplo teorisi üretildi.Suikastı kimin yaptığıyla ilgili iddialar ortaya atıldı, Gaffar Okkan'ın kişiliğiyle ilgili yorumlar yapıldı: Gaffar Okkan'ın namuslu ve başarılı bir emniyet müdürü olmasının yanında, kendisinin hain ve işbirlikçi bir PKK ajanı olduğuna dek birçok iddia ortalarda dolaştı. Velhasılıkelam, olayla ilgili bir sonuca varmak pek bir imkansız gibi gözükse de, gerçi son tahlilde suikast Hizbullah örgütüne havale edilmiştir,Diyarbakır'da devletin güler yüzü olan, halkın "Gaffar Baba"sı Gaffar Okkan'ın Diyarbakır'da neler başardığını ve hangi taşı kaldırıp altından hangi pislikleri temizlemeye çalıştığını anlayabilmek, bizlere az da olsa suikastla ilgili ipuçları vereceği için, olaylara bu yönüyle bakmak, özelde Gaffar Okkan olayını ama daha geniş perspektifte, Güneydoğu gerçeğini anlayabilmemizde bize önayak olabilecektir.
Gaffar Okkan Kars Emniyet Müdürüyken,1993 yılında,yani PKK ile yapılan "düşük yoğunluklu savaş"ın,resmi makamların tabiridir bu, en yoğun olduğu yılda, bölgenin en "hassas" ili konumunda olan Diyarbakır'a tayin olmuştu. Diyarbakır ise o yıllarda, OHAL kapsamındaydı ve olağanüstü hal koşulları içerisinde yönetilmekteydi. Şehirde, Güneydoğu'nun geri kalanında olduğu gibi, iki terör örgütü aktif biçimde etkindi:Hizbullah ve PKK. Bunlar, aynı zamanda birbirleriyle de mücadele etmekteydiler. Halk ise, gerek OHAL yönetiminin,gerekse terör örgütlerinin baskıları altında aslında bir anlamda ezilmekteydi:Bir yanda, kendilerine destek verilmesi için gerekirse halkın üzerinde baskı kuran terör örgütleri,bir yanda ise devlet ve onun aygıtlarının baskısı. Biraz uzaktan bakınca Diyarbakır'ın ve Diyarbakırlı'nın konumu böyle gözükmekteydi. Gaffar Okkan, göreve atanmasıyla birlikte,ilk olarak polis biriminin içindeki çete gruplarına karşı savaş açtı ve onları yok etmeye çalıştı. Kendi ağzından bir örnek: "Bir trafikçi, bir terörle mücadeleden, biri de narkotikten üç memur, vatandaşın evine gidiyorlar, tek kırma bir av tüfeği buluyorlar. Eğer 300 milyon lira vermezse, örgüt yatakçısı olarak kendisini gözaltına alacaklarını söylüyorlar. Vatandaş geldi bana. Aldım arabama bütün şehri dolaştık, trafik memurunu bulduk. işte bu dedi... O da itiraz etmedi. Sonra diğerlerini açığa aldık." Bu müdahaleleri ister istemez, kendisine karşı bir antipati yaratmıştır.Çünkü tekere çomak sokmaya çalışmıştır.Ayrıca, iki terör örgütüne de hem dolaylı hem de direk yollardan etkili biçimde müdahalelerde bulunmuştu. 2000 yılında istanbul Beykoz'daki, örgüt lideri Hüseyin Velioğlu'nun da ölü olarak ele geçirildiği Hizbullah operasyonu, büyük ölçüde Diyarbakır Emniyetinin istihbarat bilgileri dahilinde yapılmış ve bu saldırıda ele geçen sanıkların bir kısmı da Diyarbakır Emniyetince sorgulanmıştı. Hizbullah'a vurulan bu darbe, örgüt içerisinde elbette ki Gaffar Okkan'a karşı bir reaksiyon oluşturmuştu, nitekim ölümünden kısa bir süre önce, Gaffar Okkan'ın Hizbullah'tan birçok ölüm tehdidi aldığı bilinmekteydi.
PKK ile olan mücadelesi ise daha başka bir boyutta gerçekleşmişti. PKK'nın şehirdeki milis güçlerine karşı etkili operasyonlar düzenlenmiş ve bunlar neredeyse ortadan kaldırılmıştı, ancak hiç kuşkusuz Gaffar Okkan'ın başardığı en büyük işlerden birisiyse, bölge halkı ile devlet arasında bir köprü oluşturmayı başarmasıydı.Halka tepeden bakmayıp, onları anlamaya çalışmış, onlara şefkat elini uzatmış, dertlerini dinlemiş, çözüm yolları aramıştı. Hayat, küçük ayrıntılarda gizlidir desturundan hareketle, birkaç ufak anektodunu bu noktada anlatmak lazım gelir: Kadın polisler Diyarbakır'da ilk kez onun emriyle sokağa çıkmışlardır: Bu kadınlardan bir kısmı, sokakta kayıp bulunan çocukları ailelerine teslim etmeye çalışırken, bir kısmı da yolda yürüyen yaşlı insanlara yardım etmeye çalışıyordu. Trafik memurluğu yapanlar vardı. Polis de , halkla olan diyalogunda artık daha dikkatli olmak zorunda kalıyordu. Sokaktaki insanlar,"Okkan Diyarbakır'a geldikten sonra polisler bize karşı daha saygılı davranmaya başladılar" diyordu. Gaffar Okkan, halkın arasında yürürken, korumalara pek ihtiyaç duymuyor, gecenin bir yarısı, en basitinden, tatlıcıya gidip, tatlısını yiyebiliyordu.Bunlar, okunduğu zaman, kulağa önemsiz gibi gelse de, aslında, halkla ne kadar kolay diyalog kurulabileceğini ispat etmektedir. Daha da önemlisi, devlet ile bölge insanın arasında aşılmaz duvarlar olmadığını, şimdilerde Başbakan bu kente giremez, sözleriyle tabir edilen Diyarbakır'da halkın ne kadar kolay kazanılabileceğini, bölge halkının sorunun devletle olmadığını, sorunun başka boyutlarda ele alınması gerektiğini bizlere göstermişti. Bölge halkının kazanılması demek, aslında PKK terörünün ortadan kalkması demekti ve aynı zamanda PKK terörünün sorunun militarist yöntemlerden önce, daha başka ve kesin yollarda kolaylıkla çözülebileceği net bir biçimde ortaya çıkmıştı. Cenaze törenini hatırladığımız zaman aslında neyi anlatmak istediğimiz daha net anlaşılacaktır: Nitekim, törende Diyarbakır halkı tek vücut halinde, merhumun Türk bayrağına sarılı tabutunu, Türk bayrakları ve Kürtçe ağıtları eşliğinde uğurlamıştır.Bu durum dahi tek başına, Gaffar Okkan'ın ne kadar büyük bir iş başardığının ispatıdır.Gaffar Okkan'ın görev yaptığı dönem sonucunda, Diyarbakır, şehirde yaşayanların ortak ifadesiyle "Yaşanılabilir bir şehir" hüviyetine bürünmüştü.
Bir söz vardır: "Taşı kaldırmayana akrep de yok çıyan da yok, taşı kaldırana akrep de çok, çıyan da çok" diye. işte Gaffar Okkan o taşları kaldırmış, altındakilerle mücadele ederken şehit düşmüştür.
Gürkan Yalçın, çaycı:
Şu an bütün Diyarbakır ağlıyor, Gaffar gerçekten gaffardı, o . Diyarbakır'ın babasıydı. 60 yaşındaki annem, sabaha kadar uyumadı, ağladı . Çok iyi bir insandı. Ben onun elini tutmuştum, daha önce hiçbir emniyet müdürünün elini tutmadım .
Sivil güvenlik elemanı, (adını vermiyor):
Babamı kaybetseydim bu kadar üzülmezdim... Bu hareket Diyarbakır halkına karşı yapıldı. Nifaklar var, yaşanandan rahatsız olanlar var... Mustafa Kemal iç ve dış mihraklar olduğundan söz ediyordu. Demek ki Gaffar da birilerinin kuyruğuna bastı, başımız sağolsun, Türkiye sağolsun...
Gaffar Okkan';a ağıt
Şehrimde kurşun sesleri duyulmayalı epey olmuştu.Ama bu kez silah sesleri ne bir düğün alayından ne de çocukların elindeki oyuncak silahlarından geliyordu. Akşam üstüydü,soğuktu, patlayan silahlar şehrimin Gaffar Babası'na sıkılmıştı. Kırılasıca elleriyle kurşunlar yalnız Gaffar'a değil aslında bütün Diyarbakır'a sıkılmıştı. Diyarbakır yetim bırakılmıştı, Diyarbakır öksüz bırakılmıştı.Diyarbakır sahipsiz bırakılmıştı.Neden! Neden! Neden! Kıymıştılar şehrimin babasına. Oysa ki bir karıncayı bile incitemeyecek yüreği vardı kanımca. Şimdilerde şehrimin sokakları suskun,sessiz, renksiz kaldı. Çünkü artık o şehit. Şehrim ağlıyor,şehrim kanıyor, hayret ki surlar nasıl dayanıyor da acaba, yıkılmıyor harap olmuyor. Ama yürekler yıkıldı harap oldu.