"öleceğimiz gerçeği" var ondan önce. ondan sonra da öldükten sonra kabir hayatı. Aslında din duygusu tam da bu zamanlar için gerekli. Kimileri aşağılasa da bir dine inanmak insana huzur verir.
Yeri gelmişken Erdal inönü ODTÜ de bir konuşmaya davet edilir. Fizik biliminin tarihsel gelişimini ve bu konudaki birikimini anlatırken, metafizik alana girer. Tanrıyla ilgili üstü kapalı bir şeyler söyler. Kolunu yanındaki kız arkadaşının omzuna atmış bir öğrenci “Hocam, bir dakika. Metafizikten bahsederken, sanki Tanrı varmış gibi bir imada bulundunuz? Yoksa yanlış mı anladım?”
Erdal Hoca her zamanki gülümser ve “Evet, doğru anlamışsın. Ne var bunda?” der.
Öğrenci istifini bozmadan, Hocanın büyük bir açığını yakalamış gibi: “Doğrusu size yakıştıramadım. Bir bilim adamı olarak olmayan bir şeyi nasıl ima edersiniz? Dahası sosyal demokratların lideri olarak nasıl böyle bilim dışı bir şeye inanabilirsiniz? Hele hele ismet inönü’nün oğlu olarak!”
Erdal Hoca yüzünde tebessüm, eli kız arkadaşının omzunda, ayak ayaküstüne atmış oturduğu yerden kendine bunları söyleyen öğrenciyi sabırla ve gülümseyerek sonuna kadar dinler. Erdal inönü gülümseyerek ve bütün içtenliğiyle şu cevabı verir:
“Arkadaşım! Ben de sizin gibi gençken ve yanımda da böyle güzel bir hanım varken, bu soruları takmıyordum. Ancak şimdi öyle değil. Yaşlandık. Akşam yatağa girerken, sabaha çıkıp-çıkmayacağımdan emin değilim. Sevgili eşim Sevinç’e çaktırmadan bakıyorum. Yarın tekrar görüşebilecek miyiz? Hangimiz önce gidecek? Dahası öldükten sonra ne olacak? Toprağın altında çürüyüp gidecek miyim? Ama ben yok olmak istemiyorum. Tanrı yoksa da olmasını istiyorum. Yok olmayacağımı düşünmek bana huzur veriyor.”