Otostop çekerken tanıştığım biri, -avcıymış kendisi, hain bir kurdun kollarından beni kurtardıktan hemen sonra anlattı-, ormanda çiçek toplayayım diye beni kırlara gönderdi... Doğada şifa bulacağımı o anladı, ben anlamadım. Kayboldum.
Nereye gideceğimi bilmeden dolaşırken yedi cücelerin evine vardım, masada yemek yiyorlardı. Bana vermediler. Son kalan kibritimle evlerini ateşe verdim. Yaşlı cadı geldiğinde elmayı verecek kimseyi bulamadı; çünkü ben o sırada prensi baştan çıkarıyordum bir dere kenarında ve cücelerin tamamı yanıp kavrulmuştu yangında.
Yürürken, ayağıma sihirli bir lamba takıldı. Ovuşturdum. içinden çıkan cinden isteyecek bir şey bulamadım. Hayatımın içinde gereksiz olduğuna karar verip işine son verdim. Gidecek bir yerim , başka bir mesleğim yok dese de vazgeçiremedi beni kararımdan. Boynunu büküp gitti. Cinsiz bir lambayla yürümeye devam ettim.
O bildik yerde, bildik cümleyi söyleyince açılan kapıdan girdim korkusuzca, içerideki hazine sandıkları gözümü kamaştırsa da sadece camdan ayakkabıları aldım yanıma.
Ayakkabılarım ve lambamla yürürken, hiç konuşmadığım halde yine de burnum uzamaya başladı.
Yolda bulduğum ekmek kırıntılarını takip ederek ilerlemeye devam ettim, bir de ne göreyim!
Dev bir ayna..
Sordum hemen: ayna ayna
Cümlem bitmeden dile geldi ayna..
Hassiktir manyak karı!
Lambamı fırlattım, ayna kırıldı.
Koşarak uzaklaşmaya çalışırken önce cam ayakkabım düştü elimden, sonra ben düştüm.
Arabaya dönüşebilen balkabağımdan, tatlı yaptıklarını söyledi bir kuş. Bunu duyduğumda gözümden üç damla yaş aktı...
Biri kırık kalbime.
Birisi bu masalı okuyan deliye.
Sonuncusu da sevgiyi bilene.