Türkiye edebiyatının (epeyce) çok üreten kalemlerinden Enis Batur, 2008'i de oldukça verimli geçirdi. Pasaport Damgaları, Ada Defterleri ve Suya Seng bu yıla dair yayımlanan Enis Batur kitapları.
Bu arada, Kırmızı Yayıncılık, Batur'un şiir külliyatını da hızla toparlıyor.
Pasaport Damgaları ve Ada Defterleri, Enis Batur'un gezi notlarına dayanarak oluşturduğu kitaplar. Suya Seng ise, Batur'un daha önce yayımlamaya başladığı fakat bugün birçoğunun baskısına ulaşma şansımızın olmadığı içbükeyler dizisinin beşinci kitabı.
Biz, burada Suya Seng'i bahane ederek, Enis Batur'a dair birkaç cümle kuracağız.
içbükeyler, Enis Batur'un okuma, yazma, dinleme ve izleme serüvenine dair ayrıntılar barındıran dizisinin genel adı. Suya Seng de bu genel çerçeveyle uyumlu bir yapıt. Kitapta yer alan, 201 bölüm bizi, Batur'un şaşırtıcı yoğunluktaki üretim dünyasına taşıyor.
Kitabın içinde yer alan bölümler, 2002-2007 yılları arasında yazılmışlar. Söz konusu yıllar, bizim de dışarıdan takip edebildiğimiz kadarıyla, Enis Batur'un YKY'den ayrılması sürecini de kapsayan sancılı bir dönemdir. (Entelektüel anlamda) yalnızlık duygusu, maddi kaygılar ve yaşamın yeniden düzene konulması çabaları, inanılmaz bir hızla devam eden okuma ve yazma serüveni söz konusu metinlerde kendini gösteriyor.
Kitap, Bilge Karasu'ya ait bir anekdotla başlıyor, Batur: "1972 yılını kimi ana romanları okumaya ayırdıydım" diye başlıyor söze ve: "72 güzünde, kendi kendime Musil'in Niteliksiz Adam ını okumaya karar verdiğimde, Bilge zarif bir biçimde bunun "erken" olduğunu ima etti; anladım ve tepki verdim: "Ne yani", dedim, "benim Musil'i anlayamayacak bir durumda mı olduğumu düşünüyorsun?" Sabırlı üslubuyla, 'hayır' dedi, 'öyle düşünmüyorum...' (s.5) cümleleriyle devam ediyor, anlatının devamı, taze okurlar için ciddi bir ders barındırıyor.
Suya Seng, bir yandan, okuma ve yazma serüveninde kendine yer açmaya çalışanlar için yukarıdakine benzer ayrıntılar barındırırken, diğer yandan da edebiyat dünyasına yöneltilen birçok eleştirel noktayı da içeriyor. Tahsin Yücel, Murathan Mungan, Tomris Uyar, Murat Belge ve daha pek çok isim satır aralarındaki yerlerini alıyorlar ancak, bu bölümlerin kitabın ana eksenini oluşturmadığını bir kez daha belirtmekte yarar görüyorum.
Yazmıştım, Suya Seng, Batur'un okuma, yazma, dinleme ve izleme serüvenine dair bir kitap.
Enis Batur, yıllarını yayıncılık sektöründe geçirmiş bir edebiyatçı olarak, yayın dünyasının bugünü ve geleceğine dair ciddi ve farklı önerilerde de bulunuyor kitap boyunca: "2004 yılının Mart ayında, günlüğüm, kesintisiz haliyle yirminci yılını doldurdu. iki bin sayfayı aşkın hammaddenin, ilk on yılından bir seçim yapıp dizdirmiştim (...)Yeni bir perspektif: 1984-2003 günlüğümü kitap + CD-Rom olarak işlemek... (s.106) "DVD formatı, yavaş yavaş, kitaplara da uygulanamaz mı? (...) Otuz yıl öncesinin kimi yapıtlarını düşünüyorum: Tutunamayanlar, Kareler Aklar, Göçmüş Kediler Bahçesi... Her biri farklı gizilgüçler barındırıyor, bu işlemler çerçevesinde. Elyazmalarına, farklı alılmama sürecine, Anayurt Oteli gibi bir örnekte senaryo uyarlamasına da sıçranabilir.
Gelecekte, yayıncılık, bir koldan böyle ilerleyecek gibi geliyor bana: Yapıtın makarasını ileri-geri sararak." (s.132)
Enis Batur, satır aralarında bir yandan da televizyoncu kimliğiyle hesaplaşıyor: "Son on beş yıl içinde arşivimde kayıtlar birikti. Yaklaşık 15 saati bulan bir görsel toplam, 80 saati aşkın sessel toplam TRT'de Sanat-Mekân programında, 80'i aşkın söyleşi gerçekleştirdim ya, onları işten saymıyorum örneğin(...) Ben, sözgelimi, Sanat-Mekân programını yalnızca geçim çarkını döndürebilmek adına yaptım; tek özgürlüğüm, konuları ve konukları seçmekteydi." (s.312-313-314)
Batur'un üreten tarafı burada da durmuyor ve gerek gazetelere gerekse televizyonlara dair projeler geliştirmeyi sürdürüyor: "Hayır, güldürmeyin insanı, elbette öyle yapmazdım o televizyon programlarını, bana kalsa.
Bir kere, 25 dakika değil, 90-100 dakika isterdim, kendi yapacağım program için. Hiç görünmezdim ekranda, sesim bile duyulmazdı, yönelteceğim az sayıda soru (dört ya da beş), sessiz film dönemindeki gibi, siyah zemin üzerine beyaz harflerle araya girerdi... (s.243)
Bir gazetede günlük yazı yazmak durumunda (zorunda) olsaydım, mobil bir köşe verilsin isterdim: Her gün gazetenin farklı bir noktasında (dolayısıyla sayfasında, bölümünde) yer alacak küçük, kısa ama yoğun metinler kaleme alırdım. Başlığı da hazır köşenin: Virüs." (s.289)
Suya Seng, okurlarını bir yandan okuyup yazmaya motive edecek bir yapıya sahipken, bir yandan da Batur'un yazarlık serüvenine dışarıdan bakan okurlara yılgınlık verecek boyutlarda. Adı geçen yazarların çokluğu, okuma notlarından parçalar, biten, bitmek üzere olan ya da henüz tohum halindeki kitaplar yüzlerce sayfaya serpiştirilmiş:
"2004 yılının Şubat ayı, çalışma odama baktığımda, içyüzünü bütün ayrıntılarıyla bildiğim bir sürecin dışyüzünü içeri girecek herkesin görebileceğini fark ediyorum: Defterler, dosyalar, çekmeceler, üzerilerindeki etiketlerde her şeyi söylüyorlar: irili ufaklı otuz beş kitap, sağlığım elverirse önümüzdeki yıllarda tamamlamayı düşündüğüm bir perde. (s.59)
2000'li yılların ilk beşi tamamlandı. Günlüğüm şikayetlerle dolu, oysa alabildiğine verimli geçti bu dönem: Dört bin sayfa yazmışım beş yılda, kendi açımdan önemli kitaplar yayımlamışım. (s.161)
Şu sıralarda üzerinde düşündüğüm iki örnek-konu oldu örneğin. Birincisi Quarto ciltleri büyüklüğünde, bir seçmeler kitabı: 14000 sayfayı aşkın bir toplamdan yaklaşık 1400 sayfalık bir ana kesitlemeye gitmek ikincisi, bir EB Ansiklopedisi kotarmak..." (s.223)
Enis Batur, bir yandan da okurunu, altmışına merdiven dayamış bir yazarın iç dünyasına götürüyor. Burada, daha karamsar ve kendini ölüme hazırlamaya çalışan bir Enis Batur'la karşılaşıyoruz:
"Kim bilir kaçıncı defa: Kendimin, yolculuğumun neresindeyim?
Eksik Eserlerim'in neresinde?
Tezgâhımda, bugün sussam, üçte biri tam bütünlenememiş haliyle de olsa kitap haline gelebilecek yaklaşık otuz kitabımla, arkamda bıraktıklarımla birlikte, Projmin yabana atılamayacak bir bölümünü gerçekleştirebileceğime inanıyorum. (s.184)
(...) Tık, gitsem, sanırım birkaç bin sayfa not kalır. (205)
Batur, kitabındaki ifadelerini bu tür cümlelerle sınırlı tutmamış, neredeyse bir edebi vasiyet sayılabilecek bir deneme de yazmış. En sağlıklısının kitabın tamamını okumak olduğunu vurgulayarak kısa bir alıntı da buradan yapayım:
"Öldüğümde, gövdem her neredeyse, oradan alınsın ve hiçbir dini, sivil tören yapılmaksızın, gerçekten çok yakınlarım tarafından bir tekne ile Burgazada'ya götürülsün, gömülsün dilerim (...) Sonrasında: Yapıtlarım sağlıklı, doğru biçimde yayımlansın isterim (...) Adıma ödül verilmesin, etkinlik düzenlenmesin..." (s.219)
Suya Seng, yukarıda ipuçlarını verdiğim bölümlerin dışında daha yüzlerce önemli ayrıntıyı barındıran bir kitap. Son sayfa çevrildiğinde insanın içinde kalan tamamlanmamışlık hissi ancak önemli metinler okuyarak ve boş kâğıtlara bir şeyler karalayarak tam anlamıyla geçebiliyor.