Hem hırslı bir insan her vakit hüsrana düştüğüne dair o kadar vakıalar var ki “Hırs, hüsrana uğrama ve başarısızlığın sebebidir” atasözü hükmüne geçmiş, umumun nazarında bir genel olarak kabul edilmiştir.
Madem öyledir. Eğer malı çok seversen, hırsla değil, belki kanaatle malı talep et, tâ çok gelsin.
Meselâ, gecede uykun kaçmış; sen yatmak istesen, lâkayt kalsan, uyumayı kafanda saplantı haline getirmesen uykun gelebilir. Eğer hırsla uyku istesen, “Aman yatayım, aman yatayım” dersen, bütün bütün uykunu kaçırırsın.
Ehl-i kanaat ile ehl-i hırs, iki şahsa benzer ki, büyük bir zâtın divanhanesine giriyorlar. Birisi kalbinden der: “Beni yalnız kabul etsin; dışarıdaki soğuktan kurtulsam bana kâfidir. En aşağıdaki sandalyeyi de bana verseler, lütuftur.”
ikinci adam, güya bir hakkı varmış gibi ve herkes ona hürmet etmeye mecburmuş gibi, mağrurâne der ki: “Bana en yukarı sandalyeyi vermeli.” O hırsla girer, gözünü yukarı mevkilere diker, onlara gitmek ister. Fakat divanhane sahibi onu geri döndürüp aşağı oturtur. Ona teşekkür lâzımken, teşekküre bedel kalbinden kızıyor. Teşekkür değil, bilâkis hane sahibini tenkit ediyor. Hane sahibi de ondan tiksiniyor.
Birinci adam mütevaziâne giriyor, en aşağıdaki iskemleye oturmak istiyor. Onun o kanaati, divanhane sahibinin hoşuna gidiyor. “Daha yukarı iskemleye buyurun” der. O da gittikçe teşekkürâtını ziyadeleştirir; memnuniyeti artar.
işte, dünya bir divanhane-i Rahmân’dır. Zemin yüzü bir sofra-i rahmettir. rızkın derecesi ve nimet mertebeleri dahi sandalyeler hükmündedir.
Hem, en cüz’î işlerde de herkes hırsın kötü tesirini hissedebilir.
Meselâ, iki dilenci birşey istedikleri vakit, hırsla ilhah eden dilenciden istiskal edip vermemek, diğer sakin dilenciye merhamet edip vermek, herkes kalbinde hisseder.