Süper bir anne baba. Çok vericiydiler bir kere... Onların benden en çok istediği şey iyi bir dünya görüşümün olması ve dürüst olmamdı. Başka hiçbir beklentileri olmadı benden. Üstelik çok yaramaz ve kötü bir çocuktum her zaman. Veli toplantılarından hep ağlayarak dönerdi annem. Babam zamanında tekstille uğraşırdı. Çin'den ham ipek, vs ilk o getirmişti. Annem iç mimar. Sevgi dolu bir aile ortamında büyüdüm; çok saygılı, hep anlayışın olduğu, kimsenin kimseyi kıskanmadığı, küs kalmadığı... çok iyi bir avantaj öyle bir yerden başlamak. insanın kendinden ve çevresinden emin olabildiği bir ortamda büyümek süper. Yapmak istediklerime her zaman destek oldular. Çocukken ya zoolog olmak istiyordum ya oyuncu! Şimdi oyunculuk yapıyorum ve bir hayvanat bahçesinde çalışıyorum. Bu gerçekten büyük bir nimet! Saint Benoit'da okuyordum, sonra annemler beni iskoçya'da yatılı okumaya gönderdiler liseyi bitirmek üzere. Okuldan pek hoşlanmıyordum, sınıfta kalmak üzereydim, babam da bunun farkındaydı. iki sene iskoçya'da okudum, herhalde hayatımın en eğlenceli zamanlarıydı. Ama okuldan atıldım! Nişantaşı'nda açtığımız Zazie aslında bir aile restoranı. Annemin babamın mönüye koyduğu çok iyi yemekler oluyor ama asıl, sevgili ortağım Aktuğ italya'ya gidip, dünyanın en iyi pizza okullarından birinde ciddi emek sarf etti. istanbul'daki en iyi pizzayı biz yapıyoruz artık. Ben yapamıyorum. Pizzanın hamuru nasıl yapılır, nasıl açılır benim bir bilgim yok. Ayrıca havuçlu kek yapmayı da bilmiyorum! Hayatı seven bir insanım; hayattaki güzellikleri seven, hayatın gerçekleriyle yaşamayı bilen, Rabbine minnetle dolu bir insanım. Bu konuda çok şanslıyım, kendimle ilgili mesai yapacak çok vaktim oldu. Sanırım beni kendimle barışık tutan şey de o. Çünkü insanlar istemedikleri şeyleri yaptıkları zaman ya da yapmak zorunda kaldıkları zaman mutsuz oluyorlar. erken yaşta çocuk sahibi olmak istedim. Ben iyi bir baba olacağımı düşünüyorum, çocuklarıma çok şey verebileceğimi düşünüyorum. Hayatta kendi başıma tamamlayamayacağım çok şey var. Bunun için doğru insanla beraber olabilmek çok önemli, tamamlıyor insanı, yükseltiyor, yüceltiyor. bir abim beni Yalova'ya götürdü, orada bir köyde baktığı kendi atları vardı. Apaçi adında deli bir atla tanıştım, alacalı, iki gözü masmavi... Onu bana verdiler, iki sene boyunca hiç aksatmadan haftanın üç-dört günü ortadan kaybolarak at bindim. Herkesi, annemibabamı deli ederek, oduncularla ormana çıkıp odun kesip atlara yükleyerek, eğerli eğersiz binip, düşüp, ağaçta kalıp falan, bir şekilde bağlandım ona. Hiç gelemediğim bir şeydir can sıkıntısı. Şu anda benim hayatımı idare etme şeklim, bir çocuktan farklı değil... Çocuklar nasıl oyuncaklarıyla saatlerce oturup oynayabiliyorsa, ben de öyleyim. Oyuncu olmak her zaman gönlümde vardı ama babamla da konuştuktan sonra net kararım önce akademik kariyer yapmaktı. Çünkü hayatta öğrendiğiniz her şeyi oyunculuk kovasına doldurabiliyorsunuz ama oyunculuk kovasına doldurulan şeyi başka yere aktaramıyorsunuz. O yüzden Londra'da sanat tasarımı okudum, mimariye yönelmeyi düşünüyordum. Ta ki Alinur Velidedeoğlu'yla tanışana kadar... Londra'da, bir tanıdık vasıtasıyla asistanlık yaptım yanında. Gittiği her yere beni de götürürdü. Bir yapımın bütün aşamalarına teker teker şahit olmamı sağladı. inanılmaz cömertti bir de... Ben öğrenciliğim boyunca çalıştığım hiçbir işten; aşçılıktan, barmenlikten bu kadar para kazanmadım! Baktım ki, benim hiperaktif yapıma son derece de uygun bir iş bu; Türkiye'ye döndüğümde Plato Film'de çalışmaya başladım hemen... Çok keyif aldığım bir ortamdı, her sete yetişmek istiyordum, eve gitmiyor, setten sete gidiyordum, getir götür bile yapıyordum. Sonra sinema okumaya karar verdim. Los Angeles'a gittim, UCLA'da sinema ve televizyon eğitimi aldım. ilk altı aydan sonra baktım ki adamlar sinema sektörü için muhasebeci yetiştiriyorlar, bir devlet okuluna geçtim. Beş sene sonra oradan da attılar beni, Londra'da bir film okuluna gittim. müthiş bir okuldu. Senaryonu yazıyordun, filmini çekiyordun, başka bir filmin sanat yönetmenliğini yapıyordun, öbür filmin görüntü yönetmenliğini yapıyordun. Süperdi. Bir-iki ajansa yazılmıştım o zamanlar... Şu andaki menajerim Yasemin vasıtasıyla Ali Poyrazoğlu ile tanıştım; Aile Bağları'nı çekiyordu, orada birkaç bölüm oynadım, çok şey öğrendim. Bu arada Yasemin'in bulduğu her işten kaçıyorum. Bir gün aradı 'Bir iş var ama para almayacaksın' dedi. 'Ne yapacağım?' diye sordum. 'At bineceksin!' dedi. Hemen kabul ettim. Gittim, teaser'ını çekiyorlar; bir kostüm giydirdiler, ata bindirdiler. Hayatımda en çok istediğim şeyi yaptım. 35 mm film ve ben at üstünde, kostümlüyüm! Fragmanı sinemada gördüğüm an, 'Hayallerim gerçekleşti, bu bana yeter, başka hiçbir şey istemiyorum, şükür rabbime,' dedim. Bunu annemle babamın bana sağladığı eğitime borçluyum.