mezopotamya

entry85 galeri
    80.
  1. zamanında kralı olduğum bölge. tabi gülüyorsunuzdur şimdi. şeyimin kralı falan.

    yıl 2018. o dönem yaşım 32. bir restorantta çalışıyorum. yemek yapıyorum orda. müdürümüzün yakın bir arkadaşı var, orda çalışmıyor ama arada bir geliyordu böyle mutfağa girip bakıyordu inceliyordu bizi. bir gün detaya girmeyeyim, bir küstahça harekette bulununca, ben kendine kodum sümsüğü. bu böyle pert. tabii işten atıldım.

    psikolojim iyice bozulmuştu. 3 odalı evimde tek yaşıyordum. istanbulda. o gece uyudum. ve uyuduğumda koyu kırmızımsı, hafif karanlık bir yerde olduğumu farkettim. birisi türkçe merhaba dedi. uykudayım değil mi dedim. hani bazen olur ya çünkü, uykuda olduğunuzu anlarsınız. öyle bir andı işte. o kişi zekisin dedi. görmüyorum tabi kim olduğunu falan. sen kimsin dedim. beyninim dedi. lan bi git beynim kafamda dedim. ee.. doğru, ama beyninim işte rüyadasın sorgulama dedi. şuan nerdeyim dedim. gözündesin dedi. gözüm kafamda ama dedim. lan sorgulama dedi. eyvallah dedim. gözümün neresi burası ya karanlık burası dedim. burası kornea dokusu dedi. ee? ne işe yarıyor dedim. gözü dış etkenlerden koruyor dedi. daha arkada ne var peki dedim. damarlar dedi. ne işe yarıyorlar dedim. göz damarı işte anlatsam sanki bilicen dedi. başka ne var dedim. optik sinir yani görme siniri dedi. o ne dedim. retinadan beyne yani bana görme bilgisini taşıyor dedi. retina ne dedim. göz doku tabakası dedi. vay be göz de ne karmaşık yapıymış dedim. ee? ne istiyon hacı dedim. ve beyin konuşmaya başlamadan sözünü kestim, "dur bidakka, rüyada değil miyim? rüya bilinçaltının yansıması değil mi? ben retina, kornea, optik sinir falan nedir bilmem ki. bu nası bilinçaltı lan?" beynim: "oglum seni buraya zaman yolculugu yapman için getirdim". ben: "nası yani?" beynim: "kardeşim, bilmem kaç yıl öncesine dönüp orda takılcaksın işte".

    ben o an klasik olarak "neden ben?" diye sordum. beynim de çünkü ben senin beyninim dedi. şimdi bunları elaleme anlatcam inanmicaklar dimi dedim. kardeşim sokak agzıyla konuştugumuz için kimse inanmaz, sen ciddi bi şekilde yazarsan hepsi inanır elalem böyle çünkü dedi. sen nerden biliyon lan elalemi dedim. lan seni kontrol eden benim dedi. aynen dedim. neyse hadi iyi yolculuklar dedi ve..

    beyaz ışık gördüm tabi klasik. cızz diye sesler. bi yerde uyandım. yer böyle gri taşlardan büyük-büyük. yere yığılmıştım. 2 adam geldi. böyle yün-ketenden elbiseler giymiş, sağ omuzları açık. beni bir eve götürdüler. ev de böyle kumumsu taştan yapılmış, 4 pencereli. pencere dediğim büyük delikler perde falan yok. bir de ev şöyle, 2 oda var odalar birbirinden ayrılmış ve 2 ayrı ev gibi. yani 2 ayrı evin birleştirilmiş hali gibi. ilk evin üzerinde bir kat daha vardı, orda da 2 pencereli falan işte. ilk kat bomboştu, adamlar beni taşıyorlar. türkçe konuşuyorlardı bu arada. ikinci katta birkaç şey var. beni yatağa yatırdılar. tam "tedavi" etmek için sözleştiler ki, ben kalkıp iyiyim falan dedim. öndeki adam beni buraya getiren 2 adamın dışarı çıkmasını söyledi. "merhaba" dedi adam gülümseyerek. "merhaba" dedim. şunları giy üstün başın çok kötü dedi. aynadan kendime baktım, kaslı, uzun ve dağınık saçlı, gür ve dağınık sakallıydım. bişey giymemiştim. altımda uzun ketenden beyaz etek vardı. adamın verdiği giysiyi giydim. yün beyaz sağ omzu açık bir giysi işte. saçımı sakalımı elimle düzelttim yatakta oturduk. "sen kimsin?" dedim. adam, "ben buraların, ur-un(bu şekilde ur şehrinde olduğumuzu anladım bu arada) en iyi doktoruyum. adım şatar. tanrı şamaş ve tanrı iştarın isimlerinin birleşiminden oluşmuş bir isim." dedi. ve "peki sen kimsin?" dedi. lan ben sümerce isim bilmiyordum ki! ne desem acaba diye düşünürken beynimden ses geldi, "aga" dedi. ben de "aga deme lan bana pezevenk senin yüzünden düştüğüm hale bak rüyada mıyım spartaküs olma hayali kuran 20lerinde psikopat bir genç miyim belli değil" dedim. beynim, "lan oglum bi dur, biraz da bekletsen adamı, seni şey edecek gibi bi hali var güldügüne bakma. adım ahmet desen adam işkillenecek. gavur mu diye düşünecek. sümer tanrılarına tapmazsan ne olur bilmiyorum da belanı şey edebilirler belki de. sen şey de, tanrıça nintu ve tanrı nunamnirin isimlerinin karışımı ninamnir de." ben de şatar-a, "adım ninamnir. tanrıça nintu ve tanrı nunamnirin isimlerinin karışımı." dedim. "vay, daha önce hiç duymadım ama çok güzel bir isim" dedi. "şey, kaç yılındayız?" dedim. "yılı bilmiyor musun gerçekten de?" dedi. adam yılı bilmediğime inanmıştı çünkü evsize benziyordum yerde yığılmış halimle. "ben evsizim, cahil bir adamın tekiyim." dedim. "yıl 2826" dedi. yani milattan önce 2826-daydım. "bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsun?" dedi. "evim yok, sen bana ayarlayamaz mısın?" dedim. bu arada arkadaşlar, ur şehri, dışarısı yeşillikler, içerisi kum ve ağaçlarla kaplı, etrafı sanki kumdan yapılmış küçük ve basit evlerle dolu olan, küçük bir şehirdi. dağları yeşilliklerle kaplıydı. burdan bulutlar çok huzur verici bir şekilde gözüküyordu. adam şöyle dedi, "ur basit bir şehirdir, fakirdir. sana burda yardım edemem." o an beynimden bir ses geldi: "evet ur şuan basit bir şehir. fakat m.ö. 2000lerde burda ziggurat inşa edilecek ve burası şehir devletine dönüşecek." "eyvallah bu bilgi için" diye düşündüm ben de. beynimle düşünerek irtibat kuruyordum bu arada. şatar şöyle dedi, "fakat, ninamnir, uruk şehir devletine git. orda gılgamış var. o kahraman ve çok cesur bir kraldır. onun devletinde sana yardım edilir." "gılgamış mı?!" diye şaşırarak yüksek sesle sordum ben de. şatar, "evet, neden şaşırdın?" dedi. "lan, gılgamış gerçek miydi?" diye düşündüm ben de. beynimden o an ses geldi, "kanka, gılgamış aslında gerçekten yaşamış bir kraldır. ölümünden sonra tanrısallaştırılmış ve m.ö. 1800-de de meşhur gılgamış destanı yazılmıştır." bunun üzerine şatar-a "hiç namını çok duydum da." dedim. şatar güldü. "dagrim!" diye seslendi. o an içeriye benden daha kaslı, uzun boylu, sinirli bakışlı, gür sakallı, uzun saçlı, yün beyaz sağ omzu açık bir giysi giymiş bir adam geldi. şatar, "dagrim bu ninamnir, ninamnir bu da dagrim" dedi. ben "merhaba" dedim. dagrim cevap vermedi. şatar, "bizim dagrim işte, o böyledir" deyip güldü. beynim kodum mu oturtur demenin kibarcası deyip güldü. ben de "lan ne diyon dalyarak bu adam büyük olabilir ama beni dövemez" dedim. beynim yiyosa yüzüne söyle lan dedi. kes lan kes dedim. şatar bize giysiler verdi. dagrim altın sarısı miğfer giydi. ben de siyah desenli altın sarısı miğfer giydim. dagrim kolsuz koyu yeşilimsi bi zırh da giydi. ve altın sarısı siyah desenli bi bıçak aldı. ben de altın sarısı bi bıçak aldım. ayrıca şatar bize 2 at verdi. ve dagrime, "dagrim, ninamniri koru. onu uruka ulaştır." dedi. dagrim bişey demedi yine sustu. ben de, "e bu cevap vermiyo" dedim. şatar, "dagrim işte, o böyledir dedim ya" deyip güldü. "tamam da usta adam cevap vermiyo ben buna nası güvencem" dedim. "o böylee hadi hadi" dedi şatar. "neyse biz kaç saate varırız şatar?" dedim. şatar, "1 günden biraz uzun bir sürede" dedi. tam adama ana bacı sövüp adam gibi bi sayı söyle dicektim ki nerdeyse 5000 yıl öncesinde olduğumu hatırlayıp sustum.

    neyse yola çıktık. yanımızda yemek yoktu ama su almıştık. gerçi dagrimin bi de domatesi vardı. adam yol boyunca susmuştu. 7-ci saate gelmişiz. gergin-gergin ilerliyoruz. gerçi o gergin, o gergin olduğu için ben gerginim falan. adam en sonunda atından indi, bıçağını alıp domatesi ikiye böldü. diğer dilimi bana verdi. ben de, "adam bölürüz diye yanımıza bıçak aldık domates böldük" dedim. dagrim güldü. "ohh bee" dedim. sonra ata bindik. atım delirdi attan düştüm. tabi ilk kez kullanıyorum. dagrim kahkaha attı. "lan erkeğim diye takılıyordun hanım evladına döndün" dedim. o an sinirli bakış atınca sustum. neyse ilerliyoruz. dagrime, "dagrim, sen neden susuyosun?" diye sordum. dagrim, "sessizliğim, düşmanıma korku verir." dedi. "vay be, sen de tarihe geçmek için elinden geleni yapıyorsun. öyle olsun reis" dedim. 15 saattir gidiyoruz. şehir dışına çıkmışız etraf yeşillik yeşillikle kaplı dağlar falan. bunun haricinde bişey yok. akşam olmuş. dagrim uyuyalım mı dedim. hayır dedi. neden dedim. "sabrım, düşmanıma korku verir." dedi. neyse 20 saate gelince uyuduk. sonra kalktık. yola devam. 1 günü geçmişiz. uruku görüyoruz artık. 15 dakka gibi yol kalmış. urukta yeşillikler de var ama daha çok kum, çöl var. bildiğin çöldeydik. dağlarda bile yeşillik yoktu. kum, toprak bildiğin. ayrıca belki de urdan bile küçüktü burası. ağaç falan vardı da yani çöl abi işte. palma ağacına benzer ağaçlar da vardı. palma ağacı mı bilmiyorum da ona benzer olan ağaçlar da vardı. o an 15 dakkalık yol kala haydutlar geldi. 1 kadın 3 erkek. "dagrim takip ediliyoruz daha hızlı!" dedim. dagrim, "savaşmak, düşmanıma yenilgiyi tattıracaktır." ben "ben gidiyorum sen bana yetişirsin" dedim. "ben seni korumakla görevli bir arkadaşınım sadece. yolun açık olsun!" dedi. ben o an duygulandım bekle lan geliyorum diye savaşa daldım. şaka şaka biraz uzağa çekilip atımdan inip izliyordum. kadın arkasında 3 erkek. ellerinde ucu altın sarısı sapı tahtadan olan baltaları vardı. o an lan bunlar neden böyleler diye düşündüm. beynimden bir ses geldi, "sümerler, keten veya yünden yapılmış giysiler giyerlerdi." sen sanki çok biliyosun diye düşündüm. "oglum ne var yani sayemde tarih öğreniyosun" dedi. neyse eyvallah dedim. kadın dagrime geldi, "neyin varsa ver" dedi. dagrim, "önce selam sonra kelam" dedi. ben de, "hani cesaretin düşmanına korku verirdi lan" dedim. dagrim sözüne şöyle devam etti, "yanımda sadece su var. zaten şehre nerdeyse vardık bile. alın sizin olsun." kadın bir şeyin yoksa canın da yok demektir dedi. ne alaka lan kevaşe dedim ben de. kadın beni görüp "yakalayın!" dedi. dagrim bir darbeyle kadının boğazını kesti. kadının boğazı yırtıldı, içinden kan fışkırırken kadın garip garip sesler çıkarıyor, sanki inliyordu. çölün bir kısmı kan gölüne döndü adeta. "sende de ne boğaz varmış be abla" diye mırıldandım. 2 kişi üzerime saldırdı. dagrim diğerinin de boğazını kesti. "lan yardıma gelsene!" dedim. dagrim geldi, biriyle kapışırken diğeri bana saldırdı. "lan beyin! taktik ver!" diye düşündüm. "önce bi ayağa kalk lan" dedi beynim. kalktım. "aha sağdan vurcak kafanı çek" dedi adam sağdan vurdu ben sola doğru kafamı çektim. "soldan bıçağı sapla" dedi. soldan bıçağı sapladım. "gerisi senlik" dedi. "ne benlik lan ne benlik" dedim. "lan işte adamın kelleyi kopar" dedi. adamın kafasını kestim. dagrim de diğerini halletti. "vay, iyisin" dedi. "öyleyizdir icabında" dedim. ata binip şehre gittik.

    "burda nasıl ev bulacağım?" dedim. "ziggurata gidelim" dedi. ben "lan beyin ziggurat neresi" diye düşündüm. "ziggurat bi nevi tapınak gibi bişey. en son tapınak senin şuan bulunduğun tarihten 2300 yıl sonra yapıldı. yani m.ö. 500-lerde. insanlar zigguratta ibadet ederler. ayrıca ilginç bir şekilde burda tanrıların yaşadığına inanılır. rahipler ziggurat odalarında gezerler ve tanrıların istekleri onların sayesinde karşılanır. bir nevi dolandırıcı herifler." ben de "lan rahipler de tanrılara inanıyolardı işte inanç bu suçları yok adamların" diye düşündüm. beynim de, "gerizekalı, rahipler tanrılarla yüz yüze konuşabildiklerini iddia ediyorlardı. bu sebepten halkın en güçlü tabakalarından birini oluşturuyorlardı. herifler düpedüz yalancı yani. senin bildiğin günümüzdeki hacı-hocalar gibi değiller. ben tanrıyı hatta tanrıları gördüm diyen adamlar. topu palavracı yani."

    bunun üzerine dagrime, "zigguratta napıcaz?" dedim. "hem ibadet ederiz, hem de rahiplerden yardım isteriz. onlar iyi yürekli insanlar. tanrılarla konuşurlar ve senin için yardım isterler." ben de bi umut diye kabul ettim. beni ziggurata getirdi. burası kahverengi taşlardan yapılmış büyük bir yerin üzerindeydi. beyaz büyük bir tapınaktı. solunda 2 giriş önünde 1 büyük girişi bulunuyordu. önünde arkasında insanlar vardı ve buraya geliyorlardı. "vay be" diye düşündüm. beynim, "burası uruk şehrinin meşhur "beyaz tapınak"ı. burası sanırsam m.ö. 3500-lerde yani senin bulunduğun tarihten bile önce inşa edildi." "eskiye göre çok güzel bir yapı" diye düşündüm. beynim, "burası şuan hala urukta duruyor. fakat gördüğün kadar güzel değil. artık ıssız bir mağaraya benziyor. eskiden hiçbir şey kalmamış durumda." vay be diye hafif bi duygulandım.

    sonra dagrim, "gel ibadet edelim" dedi. dagrim namazdaki kıyam gibi iki elini göğsü üzerinde birleştirip yavaşça dua etmeye başladı. ben de aynısını tekrarladım ama tövbe tövbe diye dua etmedim. elin putuna ne dua edecem. sonra rahibin yanına gittik. "merhaba" dedi dagrim. rahip, "merhaba sizlere değerli dindaşlar, sizi peter enkinin selamlamasıyla selamlarım. ben harran." o an harran mı lan bu adam türk mü diye düşündüm. gerizekalı dedi beynim, harran antik bir yerdir ve sümerler de bu bölgede büyük bir şehir kurmuşlar ve çocuklarına da harran adını vermişlerdir, harran yol anlamına gelir ve bu isim sümerler arasında popüler olarak kullanılmaktaydı dedi. ben yine de "pardon siz nerelisiniz?" diye sordum adam şaşırıp güldü ve "bizzat uruktanım" dedi. dagrim, "ben dagrim, yanımdaki ninamnir. ben urdanım. yanımdaki.." dagrim kulağıma "sen nerdensin?" diye fısıldadı. şöyle düşündüm, "şimdiiii, sevgili beynim, sıçtığın boku bi sıva." beynim, "de bişeyler işte, mesela, lagaştanım de" dedi. lavaştanım dedim. ne? dedi. beynim "gerizekalı lavaş değil lagaş. burası sümerlerin en eski şehirlerindendir. hatta bir dönem sümerlerin en önemli şehri bile olmuştur." dedi. ben de "lagaştanım işte." dedim. dagrim de, "ve arkadaşım ninamnir de lagaştan" dedi. harran, "lagaş ha? çok güzel. bu arada ninamnir ismini ilk kez duydum". "sen neyi sorguluyosun ikidir reis?" dedim. harran "bu nası konuşma biçimi?" dedi. dagrim, "siz arkadaşımın kusuruna bakmayım efendim. koruyucu tanrı affetsin onu. efendim, arkadaşım ninamniri buraya urun büyük doktoru şatar gönderdi. kendisi evsiz biri. bir rahibin tanrıların izniyle ona yardım edebileceğini söyledi." dedi. harran "sıçtık" der gibi baktı ama gene de gülümsedi. "ben bir tanrılara danışayım" dedi. dagrim, "tamam efendim" dedi. ben de "selamımızı söyleyin" deyip çaktırmadan güldüm. harran geldi, "maalesef, tanrılar size yardımcı olamayacak. burası bir tapınak. yardım evi değil." dedi. ben de, "kardeşim, madem yardım evi değil neden dua ediyorum ben?" dedim. harran "isyancı olmayın" dedi. bıçağımı çektim, "tanrıların yardımcı olamadı ama, belki sen yardımcı olmak istersin." dedim. beynim, "napıyosun aptal. bu adam rahip. sümerlerin en güçlü tabakalarından birine mensup. adam bugünkü hacı hocalar gibi değil ki." dedi. ben de "sıçtığımın göstergesidir" dedim. harran "tanrılar aşkına!" diye bağırdı. o an oraya altın sarısı miğferli, altın sarısı uçlu mızraklı adamlar geldiler. 5 kişi. etrafımı sardılar. dagrime, "lan bişey yap" dedim. dagrim, "ben tanrılara karşı gelemem." dedi. "hadi canım, he he, adamlardan korkuyorum demiyosun da" dedim. dagrim, "ben korkmam" dedi. "o zaman göster korkmadığını!" dedim. "takip et!" dedi. hemen kaçtık. insanların arasından sıyrılıyorduk. o an 5 kişi daha onlara katıldı. 10 kişi asker. atlarımızla şehrin dışına doğru kaçıp ağaçlar arasında saklandık. "lan burda bulamayacaklar mı bizi" dedim. "uruktan kaçtığımız yok. adamların burda işlerini bitireceğiz. sonra uruka gireceğiz" dedi. "kardeşim, bizi yaşatmazlar" dedim. "bak, tanrılara karşı geldik. o zaman ölelim. yer altına girelim. tanrıları sevindirelim. sonra tanrıları sevindirdiğimiz için belki bizi ödüllendirirler." dedi. "vay be seni de tarih yazmadı ya be dagrim. gitti gılgamışı yazdı.." dedim. "anlamadım" dedi. "neyse boşver" dedim. adamlar geldiler. 10-u da mızraklıydı. 4-ü dagrime 5-i bana saldırdı. dagrim kahramancasına savaşıyordu. ikisinin boğazını kesti. bense beynimin yönlendirmeleriyle savaşıyordum. üçünü kestim. diğer bir tanesi bacağımdan yaraladı fakat dagrim arkadan gelip onu kesti. orda 6 kişinin kellesini uçurdu. ben de 3 kişinin kellesini uçurdum. fakat miğferi hasar gördüğü için askerlerden birinin miğferini aldı. ayrıca askerlerden birinin zırhını aldı. çünkü kendi zırhı da hasar görmüştü. diğer bir kişiyi öldürmedi. bacağımdaki kanayan yaraya kum bastırıp üzerine de etrafındaki az sayılı yeşilliklerden bitkileri yapıştırdı yarayı sarma niyetine. kan kaybım durdu. fakat acı elbette vardı. öldürmediği adama şöyle söyledi, "rahip harranı bul ve ona de ki, eğer canının tanrıların katında bir kıymeti varsa ve başını bedeninde görmekten mutluysa, bu gece 12de şehir dışında şu gördüğün önümüzdeki dağın tepesinde ben ve arkadaşım ninamnirle buluşsun. yanında adam getirirse bilsin ki, biz iki kişi 9 kişinin kafasını yerle yeksan ettik. kafamız uçsa bile, onun kafasına yoldaş olacaktır." sonra adamın sağ elini kesti ve mızrağına taktı. ve bunu da harrana götürmesini söyledi. adam gitti. gece 12-ye kadar dağın tepesinde bekledik. suyumuz o gece tükendi. dagrime, "kardeş, keşke o adamdan harrana su getirmesini iletmesini de söyleseydin" dedim. dagrim, "suyumuza zehir katabilirdi" dedi. "vay, akıllı adamsın" dedim. o an harran geldi. atla hızlı bir şekilde gelmişti. yanında bıçak da vardı. dagrim, "o bıçağı bırak." dedi. harran, "beni öldürmeyeceğin ne malum?" dedi. dagrim, "urun tanrısına andolsun ki seni öldüreceğim yok! ya senin beni öldürmeyeceğin ne malum?" harran, "urukun tanrısına andolsun ki seni öldüreceğim yok!" ben de "ya sizin beni öldürmeyeceğiniz ne malum?" deyip kahkaha attım. ve tüm o ciddi hava gitti. neyse. harran, "ben silahımı bırakıyorum. ve sana geliyorum. beni tanrılar korurlar." dedi. dagrim, "silahı bana ver." dedi. harran, "neden?" dedi. dagrim, "öylesine" dedi. harran da verdi. dagrim, "konuyu uzatma. ben ve arkadaşım tanrılardan bağışlanma diliyor. kopardığımız kafalardan kimsenin haberi olmasın. sen rahipsin, güçlü adamsın. eğer beni ihbar edersen tanrılar sana lanet etsin. beni buraya çok kıymetli efendim şatar gönderdi. ve ben bu görevin izinde sonuna kadar yol alacağım. kardeşim ninamnire bir ev ver." dedi. harran peki dedi ve sabahleyin şehre gittik. bize yemek ve su ısmarladı. ve bana bir ev verdi. ev şehrin küçük evlerindendi. kumdan yapılmış tarzda, 2 odalı basit bir ev. dagrim, "kardeş, elveda. ben artık gideyim." dedi. ben oturttum 1 saat sohbet muhabbet. harran da bizleydi. bildiğiniz üçlü ekip kurduk. harran bize arkadaşça yaklaşıyordu. o an bir atlı geldi. "selam olsun ur ve urukun tanrılarına! selam olsun sümer tanrılarına! peter enkiye selamlar olsun!" dedi. "ee? ne var arkadaş?" dedim. "şatar ninamnir ve dagrime bir mesaj yolladı. haydutlar ur şehrini istila ettiler. bu şatarın son mesajıdır." dedi. dagrim ve ben o an ayağa kalktık, harran da şaşırdı. hepimiz "nasıl yani son mesaj?" diye sormaya başladık. "Şatar, Elam grubunun lideri Hislu tarafından öldürüldü." dedi. Dagrim, Harrana "Kral Gılgamış bununla ilgili kesin harekete geçecektir." dedi. Harran bunu onayladı. Bense şöyle dedim, "Dagrim, Harrana bıçağını geri ver." Dagrim, "o artık benim" dedi. Sert bir şekilde Dagrime baktım. Aşırı sinirlenmiştim. Dagrim, önüme dikildi. Benim bacağım henüz iyileşmişti bu arada. bıçağımı dagrimin tam kafasının arkasından böyle tam ince mesafeyle rüzgar esintisi tarzında böyle geçirdim öyle. yani saplamadım. tam yanından göstermelik yani. dagrim onun kellesini uçuracağım diye korkmuştu. bıçağı harrana verdi. bize mesajı getiren adama, miğferini bana ver dedim. adam da bu olaydan korkmuştu. hemen verdi. miğferi harrana fırlattım. bunu giy dedim. sonra, "sümerlerde paraya ne denir?" diye düşündüm. beynim, "lan sen napıyon" diyodu sürekli. "soruma cevap ver!" dedim. beynim, "ne bileyim oglum daha sonraları para diye arpa ve gümüş de kullanırlardı da sen biraz eski dönemdesin para de anlarlar herhalde" dedi. "biliyo musun, boşver" diye düşündüm. ve mesajı getiren kişiye, "at tüccarına git, beni buraya ninamnir gönderdi de" dedim. sonra ondan ismini sordum. "biluda" dedi. ben de, "biluda, sana at vermesini söyle ve bu atla git nereye gidiyorsan. sana ait olan atsa artık harranındır." dedim. biluda gidip dedi. fakat at tüccarı sen haydut musun diye bana çıkıştı. para yoksa at yok diye bağırdı. "at yoksa, canın da yok" dedim ben de. adam korktu ve at verdi. dagrim, "napıyorsun? hadi kral gılgamışa gidip yardım isteyelim." dedi. "dagrim ve harran, uru biz alacağız. kral gılgamış değil. ölen kişi bizim dostumuzdu. kral gılgamışın değil. kral gılgamış ur için, biz şatarın intikamı için savaşacağız." dedim. dagrim ağladı. harran rahip olduğunu, yapamayacağını söyledi. ben, "tanrıları onurlandır." dedim. harran rahipti, tanrıları gördüğünü iddia ediyodu ama aslında görmüyodu. bu yüzden inandığı putların gerçek olmadığını zaten biliyodu. bu yüzden bu söylediğimi ciddiye almadı. ben de, "biliyo musun harran? tamam. bizimle gelme. yapmacık tanrılarınla baş başa kal! keyifli sohbetler!" dedim. dagrim şaşırdı. harran ne demek istediğimi anladı ve "sizinleyim" dedi. biluda, "gidecek yerim kalmadı. urun intikamı için ben de seninleyim" dedi. akşam olduğunda 4 atlı yola çıktık. ben o sıra "beyin, elamlılar kim?" diye düşündüm. beynim, "elamlılar senin bulunduğun tarihten 126 yıl sonra imparatorluğa dönüşecekler. yani m.ö. 2700-de. antik çağda var olmuş iran öncesi bir medeniyettir elamlılar" dedi. biz 4 kişi yanımıza su ve erzak almıştık. ayrıca biluda ve ben de miğfer aldık. dagrimde iki bıçak, harranda kahverengi üstünde büyük 6 noktalı büyük bir kalkan ve bıçak vardı. bende bir tane bıçak bulunuyordu. biluda da bir tane bıçak vardı. "beyin, sümerlerde ordularda kaç kişi bulunurdu?" dedim. beynim şöyle cevap verdi: "şuan dünyada 45-72milyon veya 14-27milyon arası insan bulunuyor. sümerlerde bi ordudaki asker sayısıysa 5-6binlere kadar gelebiliyor." elamlılar daha resmi bir devlet değillerdi, devlet olma yolunda ilerleyen bi gruplardı sadece. kaç kişi olabilirlerdi ki? binden az oldukları kesindi. beynime "ur ne kadar büyük?" diye sordum. beynim şöyle dedi, "şöyle düşün kanka, bildiğim kadarıyla yalova türkiyenin en küçük şehri. ve yalova 167 kilometrekare. ur şehri 6,79kilometrekare. tahmin edilene göre, ur m.ö. 2030-1980 arası dönemin en büyük nüfuslu şehriydi ve nüfusu yaklaşık 65.000di. bu da o dönem dünya nüfusunun yüzde 0.1-i yapıyor. fakat sen bu dönemden yaklaşık 800 yıl öncesisin. senin yaşadığın dönemde urun herhalde 12.000-den daha az nüfusunun olması lazım. senin yaşadığın ur şehri henüz sümerlerde rağbet gören bir şehir değil. bundan dolayı mesela asker sayısı 1000 desek. düşmanın 2000 gibi bir ordusu vardır herhalde." ben "yuh lan biz 4 kişiyiz" diye düşündüm. beynim, "olum adamlar 126 yıl sonra imparatorluk kuracaklar bi zahmet 2000 adamları olsun yani." dedi. biz 4 kişi giderken, arkamızdan bir ordunun geldiğini gördük. arkamıza baktık. beynime, "ur rağbet gören bir yer değilse neden bu ordular burda? herhalde uruktan geldiler." beynim dedi ki, "çünkü elamlılar 2000 kişi." "mantıklı" dedim. bunlar kim dedim harrana. bunlar uruk askerleri dedi. siz kimsiniz? diye sordular. bazıları harranı tanıdı. ve atından kral gılgamış indi. uzun, kısa kollu bir elbise giymişti. görünüşünden efendiliği anlaşılan bir adamdı. güzeldi. sanki erkeklerin en yakışıklısıydı. uzun saç-sakalı bulunuyordu. bize doğru yaklaştı. "dört atlı, tanrılar onları korusun!" dedi. "adlarınız nedir?" dedi. kendimizi tanıttık. dagrim, "ben elamlılar tarafından öldürülen ur şehrinin büyük doktoru şatarın adamlarından biri, en sadığıyım. onun intikamını almak için ninamnirin yanındayım." ardından harran kendini tanıttı, "ben urukun rahiplerinden biriyim. ninamnirin arkadaşıyım. şimdi onunla birlikte eski dostum şatarın intikamını almak için, elamlılara tanrıların gazabını tattırmak için ura doğru yürüyoruz. intikam için ninamnirle birlikteyim." ardından biluda kendini tanıttı, "ben biluda. şatarın yeni bir adamıydım. onu geç tanısam da, çok sevdim. ve onu elamlı kahpeler öldürdüler. şimdi biz de onları öldürmeye gidiyoruz. bu yolda ninamnirin yanında yer alacağım." gılgamış gülümsedi. arkasında yaklaşık 3000 kişilik bir ordu vardı. gılgamış şöyle dedi, "bu 4 kişi benim 3000 kişilik ordumla eşdeğer! tanrılar, onları koruyun! tanrılar, bu kişileri kendine bağlayan ninamniri koruyun!" ardından şöyle dedi, "peki ninamnir nerde?" atımdan indim, gılgamışı selamladım: "tanrı gılgamışı korusun!" devam ettim, "ben ninamnir, lagaştan bir adamdım. yollar beni ura getirdi. orda bayıldım kaldım. 2 kişi beni şatara getirdiler. o ev sahibi olabilmem için beni kahraman ve çok cesur olarak tanımladığı kral gılgamışın ülkesine, uruka götürdü. kendisi gelmedi, bana kardeşim dagrimi yoldaş etti. orda kardeşim harran bize destek oldu ve kardeşim biluda ur yolunda bize eşlik ediyor. yolumuza çıkan tüm düşmanların kanını içmeye ant içtik. bizim kanımız şu uruk çölünde açan çiçek gibi olur, onların kanı sadece bi kirden ibarettir." gılgamış kafamı elleri arasına alıp alnımdan öptü. "cesur adam" dedi. atına bindi. bize, "bize katılın!" dedi. 3 arkadaşım bana baktılar. ben, "biz hakikatle birlikteyiz. eğer siz hakikatseniz, zaten sizinleyiz ve hep sizinleydik!" sonra 3004 kişi atla birlikte ura doğru gittik. en sonunda vardık. şehrin biraz uzağında durup plan kurmalıydık. atlardan indik. gılgamış, ben, dagrim, harran ve biluda birlikte plan kurmaya başladık. dagrim 100 kişiyi şehre direkt göndermeyi tavsiye etti. gılgamış buna uyacak olsa da ben şöyle bir taktik geliştirdim, "şehre kimseyi göndermeyeceğiz. 100 kişi şehrin direkt içinde bulunan bilmem kaç yüz kişiyle karşılaşırsa, onlardan bazılarını öldürebilirler ama en sonunda kendileri de öleceklerdir. şehri her taraftan kuşatmak, yani çevrelemek düşmana korku verecektir. şehrin her tarafına 40 kişi koyalım. önden de 100 kişiyi kalkanlı bir şekilde gönderelim. şehrin uzağına okçular yerleştirelim. 60 kişi yetecektir. fakat bunlar şehrin içindekilere vurabilecek derecede yakın olsunlar. geride 900 kadar kişiyi destek kuvvet olarak bırakalım." diğerleri de bu fikre katılınca bunu uyguladık. harran, biluda, dagrim ve ben içeriye daldık. gılgamış da arkasında 100 atlıyla birlikte şehre daldı. büyük bir savaş olsa da ekipmanlarımız onlarınkinden daha iyi sayılırdı. biludaya bana hisluyu tarif etmesini söylemiştim. hislu uzun saçlı, uzun sakallı, sağ yanağında büyük bir yara bulunan, uzun boylu ve iri kaslı bir adammış. savaş boyunca onu arayacaktım. fakat şehre girdiğimde büyük çarpışan bir kalabalık görünce korktum. lan ben nası hayatta kalıcam diye düşündüm. beynim yine bana taktikler vermeye başladı. "şehir kapısından gir ve arkadaki evin arkasından sinsice uzaklaş" dedi. yaptım. arkadan 4 kişi bana saldırdı. birine direkt hurraa diye saldırınca boğazının tam ortasına bıçak darbesi indirdim. ölenlerden birinin kalkanını alıp bununla kendimi savundum. beynim adamın alnının tam ortasından vur deyince vurdum. o an arkadan bi asker gelip diğer birini indirdi fakat diğeri bu askeri öldürdü. o an hemen ben de onu öldürdüm. sonra koştur koştur gittim. şatarın beni getirdikleri yerin çevresinde dolaşıp hisluyu en sonunda buldum. "hislu!" dedim. "sen kimsin?!" dedi. "ben ninamnir, şatarın intikamını alacak olan adam!" dedim. yerden oku aldım. beyin beni yönlendirdi ve tam alnından vurup öldürdüm. grup, liderlerinin öldüğünü görünce daha ümitsizce savaştı. 2 kişinin biludanın üzerine çullandığını gördüm. hemen gittim birinin arkasından kafasını kestim ve biludanın yere düşmüş bıçağını hemen biludaya verdim o da düşmanın gözlerini aldı. sonra "ben merhametli bir adamım" diyerek onu öldürmeden öylece bıraktı. fakat ben "kimseye işkence etme" diyerek adamdan ona yaşam hakkı tanımamı isteyip istemediğini sordum. "bu acıyla yaşamaktansa ölmeyi yeğlerim!" deyince kafasını aldım. dagrimin yanına gittim. dagrimin yüzüne tamamen kan fışkırmıştı. iki bıçakla savaşıyordu ve bıçakları kanla kaplanmıştı. "gelin! tanrı aşkına gelin!" diye bağırıyor ve amansızca savaşıyordu. miğferi parçalanmış yere düşmüştü. sonra harranı gördüm. yere yığılmıştı. yanına yaklaştım. bedenine iki mızrak saplanmıştı. alnına da bıçak saplamışlardı. o an ağladım. harran diye bağırdım. bu sesime dagrim ve biluda yetişti. onlar da ağladılar. kalkıp savaştık. o an beynim yönlendirmeden savaştığımda artık gerçek bir savaşçı olduğumu anlamıştım. 10 saat sonunda sağ kalan 100-150 kişilik düşman grubu kaçtılar.

    ur şehri kan gölüne dönmüştü. tüm ordunun önüne çıktım. yaşlılar, kadınlar, ağlayan çocuklar. hisluyu aldım, tüm halkın ve ordunun önünde, "bu!"...."bu hislunun kafası!" sonra kafasını sol elime aldım, "bu kurbandır! bu tanrılara kurbandır!" diye bağırdım. halk, ordu bağırıp dua ettiler. tanrıların adlarını andılar. herkes beni övüyordu. o an fena gaza gelmiştim. beynim "napıyon lan sen müslümansın" dedi. "tövbe tövbe haşa haşa pardon" diye düşündüm ben de. sonra elimdeki kafayı bu ne ıyy diye yere attım. harranı kucağıma aldım ve arkadaşlarımla ağlayarak şehirden çıktık. gılgamış da ağlıyordu. harrana dua etti. bizden yaklaşık 1100 kişi ölmüştü. benim ekiptense harran öldü. onu urukta gömeriz dediler. bu arada ur halkı gılgamışa ve bana teşekkür ettiler. neyse. döndükten sonra onu sen göm dediler. ben onu yıkıcam kefenlicem falan beynim napıyosun dedi. napmam gerek dedim. beynim dedi ki, tahtadan veya kilden yapılmış bi tabut iste. tahtadan yapılmış tabut istedim verdiler. harranı oraya yerleştirdim. beynim, en değerli eşyasıyla onu göm dedi. ben herhalde en değerli eşyası bu uğurdaki kalkanı mızrağı falandır diye düşünerek bununla gömdüm. bi de yer altında ihtiyaçları olacağını düşündükleri şeylerle gömülmeleri lazım diye ondan da iste dedi de beynim, siktir et diye gömdüm işte.

    savaştan hiç yaralanmadan çıktım. aynı şekilde gılgamış, dagrim ve biluda da hiç yaralanmamıştı. ama dagrimin miğferi parçalanmıştı. biludayı da ben kurtarmıştım. gılgamış beni, dagrimi ve biludayı sarayına çağırdı. çok büyük bir yere gittik. önünde çokça insanlar bulunan. büyük merdivenli, büyük kapılı, yine de sanki kumumsu bloklardan yapılmış bir saray. içeri girdik. gılgamışın odasına geldik. gılgamış tahtında oturuyordu. geldiğimizde bizi gülümseyerek bizi selamladı ve "geldi işte tanrıların razı olduğu cesur kullar...." dedi. dagrim tanrılara inanan dindar bir adamdı, biluda hiçbir şekilde hiçbir tanrıya inanmıyordu. evet mesaj getirdiğinde bizi tanrıların adıyla selamlamıştı ama o sembolikti. ama tanrılara inanmadığını, yani ben öyle düşünüyordum. çünkü bu konularda hep sessizdi. ben ise müslümanım. bu sebepten sadece dagrim "teveccühünüz kralım" dedi. gılgamış, "bu savaşta 68 kişiyi öldürdüm." dedi. ben içimden "annenin şeyi" dedim. dagrim, "kralım, ben 45 kişiyi öldürdüm" dedi. biluda, "ben 10 kişiyi öldürdüm" dedi. gılgamış, bana bakarak gülümseyip "ninamnir yanıma yaklaş" dedi. yaklaştım. "sen kaç kişiyi öldürdün?" dedi. şimdi düşündüğümüzde, ben 3 bana saldıran kişiyi, bi tane biludaya saldıran kişiyi, bi de hisluyu, bir de harran öldüğünde sinirlenip 6 kişiyi toplam 11 kişiyi öldürmüştüm. hadi koy götüne rahvan gitsin amınakoyim sanki güvenlik kamerasından beni izlediler diye düşünerek "60 kişiyi" dedim. "ur senindir." dedi. e ananın bilmemneyi ama dedim içimden. beynim iflas olmuştu. noluyor amk. ur ne alaka benim. beynim, "sanırsam gılgamış sana halleniyor" dedi. "neden kralım?" dedim. "sen bir kahramansın" dedi falan filan zırt pırt. sonra beni ura gönderdi.

    biz yine ur şehrine döndük. ur şehri resmen şehir devleti oldu. benim sayemde. gılgamış şehri bana verdi. yani şehri şehir devleti ilan etti. şehre dönüp içeri girdim. insanlar beni karşıladılar. haber göndermişler. ve ben sarayıma girdim. güzel elbiseler giydim. ve kral oldum yani. bildiğiniz, kral ninamnir. kendime ait bi şehrim vardı. neyse dagrimi kral yardımcısı ilan ettim. biludayı da dagrimin yardımcısı ilan ettim.

    onlarla bir gün oturmuş sarayda yemek yiyoruz ve bir olayı tartışıyoruz. tanrılar. dagrim ben tanrılara inanıyorum dedi. biluda tahmin ettiğim gibi inanmıyorum dedi. ben ikisini de tek tanrıya davet ettim. biluda bu fikri ilk kez duyup hemen ısındı ve buna inanmaya başladı. dagrimle bak bu rahipler yalancı dolancı herifler diye konuşma yapınca en sonunda o da inandı. sonra halkı nasıl tek tanrıya inandırıp zigguratları kapattırırız diye tartıştık. ben dedim ki, şimdi abiler bunlar rahiplerin tanrılarla konuştuğuna inanmıyor mu. o zaman halkı toplayalım hadi rahipler tanrılarla konuşun diyelim dedim. iyi fikir dediler. tüm halkı zigguratın önünde topladık. gerçi tüm halk derken 12binden az kişi var biz 5000 kişi topladık. "burda olanlar olmayanlara iletsin!" dedik ve tüm rahipleri topladık. hadi konuşun lan tanrılarla dedik. konuşamadılar. halkın gözü açılmıştı. her şeyi bir bir anlattım. tek tanrıya davet edince hepsi olmasa da çoğu inandı. sonra tüm rahipleri idam ettirdim. sonra şehirdeki zigguratları yıktırdım. bu olay tüm mezopotamyaya yayıldı. büyük bir devrim vardı. dagrim ve biluda bana öyle baktılar ki, sıçtığımızın göstergesidir diye. çünkü koskoca gılgamış bize elçi göndermiş. biz böyle anlaşmamıştık şehri terk edin falan. ben de elçisinin kafasını ona gönderdim. buna rağmen o bizim elçimizi kesmeyerek adamlık dersi verdi tabi.

    "lan koskoca uruk, biz fakiriz. adamlar bize savaş açtı lan!" diye düşündüm. beynim de, "merak etme onların şehrinde toplam 5500 falan, sizin şehirde toplam 400 asker var." dedi. ben lan nası 400 1000 değil miydik diye düşündüm. beynim, "elamlılar belanızı şey etti reis" dedi.

    çıldırmak üzereydim. napabilirdim ben amk. 400 askerli boktan bi devlet derken...... seferberlik ilan ettim evet. adam toplayacaktım halktan. gerçi donanımsız adamlar da neyse. çağrıda bulundum. 1000 adam gönüllü oldu. asker sayımız 1400-e çıkmıştı. ama 5500-e karşı şansımız yoktu.

    Dagrim ve Biludayla oturup tartıştık. Ve Dagrim "buldum!" dedi. Şöyle dedi: "Elamlılardan yardım alalım." Ben bu öneriyi reddedince Biluda şöyle dedi: "Eridu şehrinden yardım isteyelim!" Beynim şöyle dedi: "Eridu, tüm kralları mitolojik karakterlerden oluşan bir şehir. Sümerler buranın bir tufanla mahvolduğuna inanırlar. Tufan dediğim şu meşhur tufan olayı." Eski ve kralsız olan Eridudan yardım almak herhalde kolay olurdu. burası dönemine göre "olağanüstü büyük" ve 4000-den az nüfusu olmayan bir şehirdi beynimin dediğine göre. burdan herhalde bi 200 adam alabilirdim. ama bunu yapmadım. direkt şehre saldırıya geçtim. dagrim ve biludayı şehirde bıraktım. yanıma 900 kişi aldım ve eriduya saldırdım. beynim eriduya 2 saatten az bir sürede varacağımı söyledi. eriduya gittim. eridu gerçekten büyük, kalabalık ve büyük yapıları olan bir şehirdi. 500 kişilik ordusu var zaten ben arkada bekledim yerle yeksan ettik bizden 100 kayıp oldu. onlardansa 100 kişi teslim oldu ve onları orduma kattım diğer 400 hepsi ölmüştü. eriduyu işgal edip devletime kattım. böylece artık şehir devleti olmaktan çıkmıştım. burdan bana katılacak gönüllüler aradım ve 1000 gönüllü oldu. buraya 900 kişi gelip 1900 kişi dönmüştüm. urda da zaten 500 kişi kalmıştı. onlarla birlikte 2400 askerim oldu. fakat bu da yetmiyordu.

    Dagrim, "Ninamnir, savaşalım! Ölürsek de bu yolda ölürüz!" dedi. Ben, "Hayır. Ben Lagaşlıyım. Lagaşla dost bir şehir var mı?" dedim. Dagrim, "Bad-tibira şehri, buranın ordusunda Lagaşlı askerler de yer alıyor" dedi. Ben "Bad-tibiranın nüfusu falan nasıl?" diye düşündüm. Beynim, "tam bilmiyorum ama o şehirde muhtemelen binlerce insan yaşıyor. krallarının hepsi mitolojik. yani şuanda kralsız. şehirde herhalde 400 kişilik falan bir orduyla karşılaşabilirsiniz." bunun üzerine ben de yanıma 400 kişi aldım ve Bad-tibiraya doğru yola çıktık. Beynim, oraya yaklaşık 10 saatte varırsınız dedi. Ve şöyle dedi: "Eridu gibi Bad-tibira da antik, dolayısıyla avlanılması kolay şehirler arasındadır. Bu 2 şehir gibi daha 3 antik şehir daha var. Larsa, Şippar ve Şuruppak şehirleri. Bad-tibira ve Larsayı alman kolay olur." Bunun üzerine şehirde bıraktığım Dagrim ve Biludaya çıkışta bi Larsaya da uğrayacağıma dair haber gönderdim.

    Bad-tibiraya vardım. Burası önü büyük duvarlarla korunan, etrafı ıssız olan ve küçük bir şehirdi. Bizi farketmeleri için orduma hep bir ağızdan "Ninamnir geldi, ya affolunacaksınız, ya mahvolunacaksınız!" diye bağırmalarını söyledim ve kendim de onlarla birlikte bağırdım. Bize şehrin kapılarını açtılar. Burasının fakir bir şehir olduğu anlaşılıyordu. Şehri koruyan duvarların yıllar yıllar önce yapıldığı belliydi. Düşman askerleri kılıçlarını çekince ben öne doğru gidip atımdan indim. Askerlerimden kılıçlarını indirmelerini istedim. Bunun üzerine düşman askerleri de kılıçlarını indirdiler.

    Şöyle bir konuşma yaptım: "Ey Bad-tibira halkı! Ben Lagaştanım! Aranızda Lagaşlıların çok olduğunu biliyorum! Biz kardeşiz! Buraya bana, yani kardeşinize, Gılgamışın gazabından korunması adına yardım etmeniz için gelmiş bulunuyorum. Ben Tanrılarınızı inkar edip tek Tanrıya inanıp zigguratları kapattırıp üstüne rahipleri öldürd...." beynim: "dur lan napıyon gerizekalı adamlar bu herif psikopat dicek" dedi. ben de, "üstüne rahipleri güldürtüp" beynim: neyse top sende dedi bunun üzerine. "üstüne rahipleri öldürdüp, öldürtünce, evet, gılgamış bana savaş açtı. gelin görün ki biz 2400 kişilik bir orduyla 5500 kişiye karşı çıkamayız." halktan biri: "sen dinsizin tekisin! tanrıların gazabı sana olsun!" dedi. bunun üzerine rahipleri çağırttım. "iyi bakın!" dedim. kafalarına kılıç dayadım ve onlar tanrılarının sahte olduğunu birer birer anlatıtlar. bunun üzerine halk tek tanrıya iman ettiler. "şimdi, tanrı yolunda, hangi kardeşim benimle birlikte savaşacak!" dedim. askerlerden de erkeklerden de kadınlardan da hatta çocuklardan da "ben ben!" diye bağıran oldu. ben hayatımda hiç bu kadar duygulanmamıştım. çocukları ve kadınları şehirde bıraktım. bana gönüllü olarak 1500 kişi ve şehirdeki 400 askerin hepsi katıldı. 1900 kişi. toplam 2300 kişiyle şehirden çıktım. artık bad-tibiranın da kralı bendim. ve bu şehri barışla fethetmiştim. beynim, "larsaya yaklaşık 1 gün 10 saatte falan varacaksın" dedi. erzağımız suyumuz falan vardı zaten. yeni katılan askerlerden biri, "kralım! nereye gidiyoruz?" dedi. "larsaya!" "niçin?" diye sordu. "ya barış ya savaş için!" dedim. adam, "larsalılar lagaşlılarla düşman." dedi. beynim, "şehirde kaç kişinin olduğunu bilmiyorum ama eriduda 500 asker olduğuna göre herhalde burda 450 askerle karşılaşacaksın." dedi. sonunda şehre vardık. burası çok bulanık, kumla kaplı, küçük, berbat, yıkık dökük bir yerdi. bad-tibira bile daha huzur vericiydi. büyük yapıların bile çok eski olduğu anlaşılan, dönemine göre bile gelişememiş bir şehirdi sadece. şehre geldim. insanlar ordumu görünce çok şaşırdılar. sen kimsin dediler. "ben Ur, Eridu ve Bad-tibira kralı Ninamnir. Burda 2300 kişilik bir ordum, Ur şehrinde 2000 kişilik bir ordum daha var. Toplam 4300 kişilik bir orduya sahibim. Ben bir Lagaşlıyım. Ve Tek Tanrılıyım. Gılgamış bu sebepten bana saldıracak. 5500 kişilik bir orduyla. Ya tanrılarınızı bırakıp bana yardım edeceksiniz, ya da hepiniz kılıçtan geçirileceksiniz. 450 kişilik ordunuzla bana saldırmaya kalkışmayın, 2300 kişiye karşı hiç şansınızın olmadığını iyi biliyorsunuz. eğer bana yardım etme teklifini geri çevirirseniz, kadın ve çocuklarınız da affedilmeyecek. yok eğer kabul ederseniz, ödüllendirileceksiniz." şehir halkı hemen kabul ettiler. 450 asker ve şehirden 900 kişi orduma katıldı. buranın mezopotamyanın en berbat yeri olduğunu düşündüm. toplam 1350 kişi orduma katılınca 3650 kişi olduk. şehirde 2000 kişi daha toplam 5650 kişi. yani gılgamışın ordusunu geçmiş bulunuyoruz. daha sonra ur şehrine döndüm. gılgamış hala gelmemişti.

    dagrim ve biluda görünce çok şaşırdılar. "ne yaptın?" dediler. "bad-tibira ve larsa bizimdir!" deyince çok sevindiler. "fakat," dedi dagrim, "şuan 5650 kişilik bir orduylayız, nerdeyse 6000-e geliyoruz. ama, görüyorsun ki orduda çoğu şehirli normal savaş tecrübesi olmayan insanlar. zırhlarımız basit sümer zırhları. bu konuda bir fikrin var mı?" bunu düşüneceğim dedim.

    biluda "o zaman elamlılardan yardım alalım" dedi. "hayır" dedim. dagrim, "hisluyu öldürerek intikamımızı aldık zaten. elamlıların silahları iyidir. adamları da iyidir. o savaşta sen de vardın, gördün zaten. onları tehdit edelim. çok adamları var." dedi. şehirde 1000 kişiyi bıraktım. dagrimi de burda bıraktım. biludayı yanıma aldım ve 4650 kişiyle yola çıktık. beynim bana onları nerde bulacağımızı söyleyince o yönlere doğru geldik ve basit şehirlerden birine rastladık. burda koca-koca adamların oturduğunu gördük. yaklaşık 4000 kişi bulunuyordu. önlerindeki adam yanımıza geldi. bu adam kel, gür sakallı, bir gözü oyulmuş, kaslı ve iri bir adamdı. hayatımda bu adamdan daha uzun bir adam hiç görmemiştim. elamlılar kısa kollu uzun elbiseler giyen, miğferli adamlardı. ailevi değerlere, kadın ve çocuklara değer verirlerdi. ok kullanmada iyilerdi. belki bu kadar sert olmalarının sebebi de ailelerini korumak istemeleriydi. elamlıların çeşitli baltaları, kılıçları, bıçakları bulunurdu. tek tanrıya meyilli insanlar olsalar da çeşitli tanrıları bulunurdu. bu tanrılar sümer tanrılarının yeni versiyonlarıydı. bu bilgileri bana beynim o sırada anlatmıştı. buna göre bir konuşma yaptım. "ben, ur, eridu, bad-tibira ve larsa kralı ninamnir. aslen lagaşlıyım." o sırada adam, "kes sesini ve senin canını almadan defol git sümerli!" dedi. bizden az olsalar da hele hele bizi öldürebileceklerini çok iyi biliyordum. "bak, ben seni sümerlerin büyüğü ve urukun kralı gılgamışa saldırmaya davet ediyorum. sana söz veriyorum, gılgamışın kellesi senin iki avuçların arasında olacak. ve seni iyi bir mevki, kadın ve çocuklar için iyi bir meskenle ödüllendireceğim. tek yapman gereken bana yardım etmek ve tek tanrıya inanmak." buraya kadar her şey iyiydi ama "tek tanrı" dediğimde adamın yüzü kızardı. "biz tanrılarımızı bırakmayız!" dedi. "bak, burda ne kadar böyle yaşayabilirsiniz ki. can güvenliğiniz bile yok. siz güçlüsünüz, peki ya kadınlarınız, çocuklarınız? eğer tek bir tanrıyı kabul ederseniz can güvenliğiniz benim sorumluluğumdadır. savaş sonrası mutlu bir hayat kardeşimiz elamlıları bekliyor!" dedim. adam "kardeşimiz elamlılar" dememden etkilenmişti. insanlar ona bunu kabul etmesinde ısrar ettiler, kabul ettiler. adamdan adını sordum. adam, "Ephan" dedi. Şehre döndükten sonra Ur halkına şöyle seslendim: "Bundan sonra Dagrim ve Biluda gibi, Ephan da benim kardeşimdir! Ona karşı saygılı olun!" Bunu Ephanı memnun etmek için yapmıştım ve başarılı olmuştum. Artık 5650 değil, 9650 kişilik bir orduya sahiptim. Beynim bana Sümerlerde orduların 5-6bine kadar gelebileceğini söylemişti. Fakat ben o güne kadar Mezopotamyada hiç görülmemiş büyüklükte bir ordu yapmıştım. Bir şehre saldırmasam, sadece ordumu göstersem bile o şehrin kapıları bana açılırdı. O sırada bir atlı geldi. Ben, Dagrim, Biluda ve Ephan oturmuş büyük savaş hakkında konuşuyorduk. Atlı Uruktan geldiğini söyleyince Ephan baltasını adamın kafasına dayadı. Ben "Ephan, bırak. Ölüm istiyorsa öldürürüz. Basit bir elçiyse.... orasına bakarız." dedim. Tüm Ur halkı, Ephan ve Dagrimden, ama özellikle Ephandan çok korkuyorlardı. Bu iki adam çok sert adamlardı ve iyi anlaşıyorlardı. Atlı, "beni kimse göndermedi! ben size geldim! ordunuzun büyüklüğünü ve gücünü gördüm. bu orduya kimse karşı koyamaz. ben de size katılmaya karar verdim. gılgamış 5 gün sonra size saldıracak! ben de bundan sonra tek bir tanrıya inanıyorum." dedi. atlıdan adını sordum, "Sagar" dedi. Sagar da Biludanın yakın arkadaşı olacaktı. ikisi de aynı yaşta ve ordunun en gençleriydiler. "Bundan sonra Sagar da bizdendir, kardeşimizdir." dedim. Dagrim, Biluda, Ephan ve Sagarı yanıma toplama sebebim şuydu: yani güvenebilir sadık adamlarım olsun diye. Artık saldırı yapacak zamanım olmadığı için Sagara gidip Sippar ve Şuruppak şehrini tek tanrıya ve bize yardıma çağırmalarını, eğer kabul etmezlerse öldürüleceklerini bildir dedim ve yanına 2000 kişi verdim. olanca hızıyla gittiler, daha sonra geldiler. döndüğünde yanında 2000 değil yaklaşık 5000 kişi vardı. böylece 12650 kişilik dönemine göre inanılmaz büyük bir ordu kurdum. sagar bunların savaşsız, korkup kabul ettiklerini söyledi. böylece bad-tibira, larsa, sippar ve şuruppakı kayıpsız almış oldum. artık tüm antik sümer şehirleri benimdi. fakat beynimin söylediğine göre ana şehirler ve küçük şehirler kalmıştı. ve gel zaman git zaman savaş gününe gelmiştik. sagarın söylediğine göre ordu yaklaşık gece 12de falan saldıracaktı bunun ansızın olması için. 2000 kişiyi şehrin dışında bıraktım gizlenmeleri adına. şehrin uzağına 1000 okçu bıraktım. şehrin içinde 5000 asker vardı. diğerlerini şehrin arkalarına doğru yaydım. savaşa katılmayacaktım. sonuçta götü kollamak lazım. dagrim savaşa katıldı. biluda da öyle. sagar da öyle. ephan da öyle. ben zaten kralım koy götüne gitsin dedim. savaş başladı. benim için uzakta bir yer ayarlamışlardı ve beni korumaları için yanımda 50 asker vardı. etrafı görebileceğim bir yerdeydim. mesela ephanı gördüm. urukluları öldürmek yerine kulakları ve gözlerini "alıyordu". sonra acı çekmeleri için öylece bırakıyordu. biluda kahramanca savaşıyordu. geliştiği belliydi. ama taktikleri normal bir savaşçıya göreydi. dagrimin yine gözü dönmüştü bildiğiniz gibi. sagar gerçek bir kahraman gibi savaşıyordu. ondan böyle bir performans beklememiştim açıkçası. savaşta genelde elamlılar iyilerdi. gılgamışı gördüm. düşman olsa da gerçekten tanrıları için kahramanca savaşıyordu. tek sorun "tanrılarının" onu hiç ödüllendiremeyecek olmalarıydı. oysa iyi bir arkadaş olabilirdik. tarih gılgamışı yazdı, ama bu sefer onu öldürecek olan ninamnir ve arkadaşlarını yazıyordu. savaş lehimizde ilerliyordu. 1 haftadan uzun bir süre(tam hatırlamıyorum) savaş oldu. ben geceleri uyuyordum, gerçi adamlarım da uyuyordu ama nöbette duranlar oluyordu. çünkü düşman çekilebiliyordu.

    fakat inanın ki, uzaktan oturup izlemek bile size keyif vermiyor. her an dagrim ölecek mi biluda peki, ya ephan? peki sagar ölecek mi? diye düşünüp duruyorsunuz. ya da ben, ben ölecek miyim? diye düşünüyorsunuz. bir destek kuvvet gelse, alt üst olsak diye düşünmek gerçekten sizi delirtiyor. bir adamınız ölünce bile çıldırıyorsunuz. 1 hafta boyunca kan gölünü izlemek. kafası giden insanlar görmek. yağmalanan evler. oyulan gözler. neden? diye sormanıza sebep oluyor. sadece insanları kandıran rahipleri cezalandırdığım için mi binlerce insan ölmeli. gılgamışın destanlardaki gibi olmadığını öğrenmek, hikayelerin yalan oluşuna inandırıyor sizi. ben hala uyurken, "dagrim! biluda! ephan! sagar!" diye düşünüyorum. çıldırıyorum.

    savaş bittiğinde yendiğimizi anlayıp şehre doğru girdim. her yer mahvolmuş, darmaduman olmuştu. biludanın cansız bedenini yerde gördüm. gerçi daha ölmemişti. oyulmuş gözleri, kesilmiş kulakları, ve "ölmek istiyorum!" çığlıkları. dagrim, ephan, sagar, hatta bırakın bunları tüm ordu ağlıyordu. ben, ben çıldırıyordum. onu kucaklayıp "ölmeyeceksin" demek, onun bunu duymaması. "kralım, kralım, ninamnir! öldür beni! öldür beni kardeşim! dagrim, ephan.. kardeşim sagar! öldür beni! tanrım al canımı!" atıma bindim, "ben gelene kadar ne yapacaksınız yapın. ya öldürün, ya öldürmeyin. karar sizin." dedim ve yanıma hiç kimseyi almadan uruka doğru gittim. uruk şehrine girdim. şuan askeri bakımdan bomboştu. askersiz kalmıştı yani. "uruk, kral ninamnirindir! uruk benimdir! bu akşama kadar zigguratları yakıp yağmalamayan, dolandırıcı rahipleri öldürmeyen herkes, kadınlar, çocuklar dahil affedilmeyecektir!" diye bağırdım. "gılgamış!" diye bağırdılar. "gılgamışın kellesi ayaklarımın altında" deyip geri döndüm. feryat-figan seslerini duydum. ur şehrine doğru geri geldim. o gün biludayı göremeyince anlamıştım. gılgamış sarayda gözetim altındaydı. onu aldım şehre doğru getirdim. gılgamış, özür dile! diye bağırdım. dilemedi. "özür dile!" diye bağırdım. dilemedi. "özür dile!" diye bağırdım. dilemedi. dilini kesip bundan sonra dilemeyişin, susman gibi ebediyen susacaksın! dedim. ve halk-a "tanrı putlara lanet etsin!" diye bağırmalarını söyledim. hepsi, dagrim, ephan ve sagar ağlayarak bağırıyorlardı. gılgamış ağladı(ama tanrıları için). "ahmak adam!" dedim ve kellesini aldım. sonra kellesini ephana doğru fırlattım. ephan iki avucu arasına alıp tükürdü. "sözümde durdum kardeşim!" dedim ephana bakarak. sonra gökyüzüne bakarak, "intikamını aldım kardeşim!" diye bağırdım....

    sonra yine beyaz bir ışık kapladı etrafı. yine koyu kırmızımsı, hafif karanlık yere gelmiştim. gözümde yaşlar vardı. beynim, "evet, nasıldı?" dedi. "belanı şey edim senin bilmemne çocuğu" diye beynime sövüp saydırdım. en son hatırladığım beynimin "off....lan....bari onu deme....ne diyon.... lan bi sus" deyişiydi. sonra uyandım zaten.

    ulan ben hayatımda böyle ikinci bi rüya daha görmedim amk. şuan taksici olarak çalışıyorum. lan elalem adımı soruyor ninamnir diyorum hala amk. lan ben mezopotamyanın kralıyım! neyime inanmıyonuz lan!

    tarih de gitti gılgamışı yazdı ya.... neyse, biz ninamniri anmaya devam edelim.... ninamnir ve arkadaşları şatar, dagrim, harran, biluda, ephan ve sagarı....
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük