1926 yılında Paris'te doğan, çağdaşlarına göre oldukça farklılıklar yaratabilecek nitelikte bir eğitim alan Kuban, bu uluslararasılığı ile, aynı zamanda kültürler arası mukayeseler yapabilecek, etkileşimler kurabilecek bir yaşam yaşamış ve kariyer inşa etmiştir.
Sanata, tarihe ve felsefeye duyduğu ilgi ve kendi deyimi ile Emin Onat'ın yönlendirmesi sonucu liseden sonra mimarlık ana dalını seçen Kuban, 1943 yılının programına göre istanbul Teknik Üniversitesi'nde Yüksek Mühendis Mektebi'ne başlar. ilk üç yıl mühendislerle ortak alınan dersler, sonraki 3 yılda inşaat, mimarlık alanlarına ayrılır.
Kuban üniversiteyi bitirdiği yıl, fakülteye atanan Prof. Paolo Verzone, italya'dan Politecnico di Torino Üniversitesi'nden mimarlık tarihi dersi vermek üzere davet edilmişti. Kuban okulu bitirmesine karşılık, bu profesörle çalışabilmeyi ister ve asistan olabilmek için kendisi ile görüşür. Bu girişimin ve Verzone ile tanışıklığın, Kuban'ın kariyerinde çok etkili olduğu, kendi aktardığı anılarından da rahatça anlaşılmaktadır.
Verzone'nın ayrılmasının ardından iTÜ Mimarlık Fakültesinde Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Enstitüsü'nü kurar, dekanlık yapar. ICOMOS'un Türkiye'deki kuruluşuna önayak olur. Anıtlar Kurulu üyeliği derken, tarihe düşkün bir mimar olarak Türkiye'de restorasyon bilincinin akademik ve bilimsel düzeyde ilk kez var olmasının baş rol oyuncularından biri haline gelir.
Kuban, yine Verzone ile olan anılarında, ondan saha çalışmasının ne olduğunu öğrendiğini belirtiyor. Verzone mimari röleve için "bizim savaş atımızdır" dermiş.Kan,ter içinde, çıplak doğada, zaman zaman keçi gibi tırmanarak, zaman zaman akreplerle başbaşa, ölçüm aletleri ve bir fotoğraf makinesi ile, uzun mesailerde kimi zaman sıcaktan eriyerek kimi zaman soğuktan donarak yapılan bu çalışmalar sırasında, bir keresinde bir öğrencileri ardında bir not bırakarak istanbul'a geri dönmüş; dayanamayıp düpedüz kaçmış! Ancak Kuban, yanındaki ustasından her dakika ne öğrenebilirim diye bakmış hayata da, mesleğine de.
işte bu fark, bugün Türkiye'de her alanda yaşanan yozlaşmaya sebep olan fark diye düşünebilirsiniz.
Ağa Han Mimarlık Ödülü Yürütme Komitesi üyeliği yapan, 2019 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri'nde "Mimarlık" ödülü verilen, Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA) 2021 "Jean Tschumi Mimari Yazın Ödülü" sahibi Kuban'ın düşüncelerini anlatmak için sayfalar yetmez ama önemli bir anlatısı şu şekildedir:
"Kubbe dünyanın bütün ülkelerinin ortak malıdır. Osmanlı Devleti kozmopolit bir dünya imparatorluğu idi. Egemen olduğu bütün toprakların geleneklerini özümsemiştir, mimarlığı da özgün bir sentezdir. Ordusu, idareciler, sultanın haremi ne kadar devşirme ise, mimarı ve işçisi de o kadar devşirmedir.
Kuşkusuz bizim toplumu tanımlayan bir kültürümüz var. Temeli Orta Çağ'da ve tarımsal ekonomide kalmış bir kültür. Bizi bu dünyada yaşatmaya yetmez. Bizi bugün yaşatan 17.yüzyıldan bu yana Batı'dan ithal ettiklerimizdir. Araba, kamyon, uçak, bomba, tüfek... Ya da apartman, kent planlaması, öğretim sistemi, doktorluk... Bunların hiçbirini biz yaratmadık satın aldık. Her geçen gün de yenisini almak zorundayız.
Düşünün ki 19. yüzyılda istanbul'da büyük işler yapan tek bir Türk Mimarı yok. O dönemde daha çok Ermeni vatandaşlar mimarlık yapıyor.
Biz hala Osmanlı toplumunun mirasını taşıyoruz. Başka bir deyişle Ortaçağ'da yaşayanlarımız var.
Türk tarihinde olmamış yeni düşünceler gelişiyor, imamlar devlet başkanı olmaya çalışıyor. Osmanlı halkı yazıyı görünce muska sanıyordu. Ben ilkokula başladığımda halkın % 90'ı köylüydü ve okuma yazma bilmiyordu. O zamandan bu yana ülke çok gelişti. Büyük potansiyelimiz var, fakat Orta Çağ'ı aşmamız gerek.