bir müzisyenin, parmaklarının ucuyla enstrümanına dokunarak onu çalmaya başlaması, sadece fiziksel bir ilişkiden ibaret değildir. müzisyenin içinde olanın, yavaş yavaş enstrümanın lisanıyla ifade edilmeye başlandığı andır o an. biraz daha ileri gidersek: fiziksel ilişki açısından iki bedenin “tek vücut” haline geldiği, hatta iki ruhun, müzisyenin ve enstrümanın ruhlarının kaynaştığı andır.
enstrümanla samimiyet kurmak zordur. enstrümanın kendisini icracısına açması, zaman ister. enstrüman, kendisine dokuna ellere dokunur, o elin parmaklarının samimi olup olmadığını, kendisini gerçekten isteyip istemediğini adeta hisseder. onun da kendisine göre ölçüleri vardır, bir kişiliği vardır. hayatında hiç enstrüman çalmamış, ya da çalmaya çalıştıysa da başaramamış kimseler için bu söylenilenler anlamsız ve tuhaf şeyler gibi görülebilir belki ama, iyi bir sazendeye enstrüman çalmanın sırrını sorduğunuzda, alacağınız cevaplar muhtemelen böyledir. size enstrümanıyla bütünleştiğini, adeta tek vücut haline geldiğini; enstrümanıyla sağladığı uyumdan aldığı lezzeti, hayatta belki de başka hiçbir şeyden almadığını söyleyecektir.
enstrüman çalmak, bir enstrümana güzel sesler çıkartabilmek, gönül işidir.bu sadece ustalıkla, virtüöziteyle izah edilebilecek bir şey değildir. virtüözite, teknik anlamda gelişmişlik demektir. enstrüman üzerinde basılması zor pozisyonları basarak çalabilmek, hız gibi becerileri kazanabilmektir; bir anlamda enstrümanla rekabete girmektir, virtüözite. virtüözite, bir tür “varlık ispatı” dır. ama enstrümanla dostluk, varlığı; o üstesinden zor gelinir “ego” yu enstrümanda gizlemek anlamına gelir.
enstrüman çalmak, önemli. varlığı, “ego” yu enstrümanda yok etmek bakımından önemli. insanın kendisini hizaya getirmesi, bakımından önemli. tevazu sahibi olabilmek bakımından önemli. saylamayacak kadar çok yaraları var enstrüman çalabilmenin. keşke herkes bir enstrüman çalabilse.