insanın doğumuyla birlikte başlayan mücadelesidir ölüm korkusu.
Hayatta kalmak üzerine kurulu varoluşun ile çelişen ölüm korkusu aslında insanı bir tepkidir ki bunun bir tık ötesinde insanlar panik bozukluk ve anksiyete sıkıntısı ile baş etmek zorunda kalırlar.
içten içe şunu bilirsin; doğum kadar ölüm de evrenin işleyişi içersinde normal. Ancak seni hayatta tutmaya çalışan vücudun buna anormal tepkiler göstermeye başlar. işte bu noktada psikolojik sıkıntılar insanda hareketlenmeye başlar. Özellikle anksiyete bozukluğu genetiginize enjekte edildiyse bununla başa çıkmanız oldukça zorlaşır.
Yapamadiklariniz, uzdukleriniz, kalbini kirdiklariniz, umutlarınızı düşünürsünüz.. daha yapacak çok seyim var dersiniz ancak düşüncem odur ki; ne kadar uzun yasasaniz da bu yukarda saydığım şeyleri bir tabana oturtamiyor olusunuzdur. Yani 30 yaşındaki bir genç ile 70 yaşındaki bir kişinin aynı dusuncelere sahip olduğudur...
Her ölüm erken ölümdür kanısı da burda basliyor zaten.
Bu büyük bir paradoks. Ölümü bile bile yaşamaya calismak zaten insanoğlunun en büyük sınavı olarak düşünmek gerekir. Yeri, zamanı, hastalığı bilmeden bugün eblehçe mastürbasyon yapıp ya da yemek yiyip dizi izlemek bile çok ahmakça aslında.
Zamani iyi değerlendirip, kimseyi üzmeden hayata devam etmek ve evrende bir noktanın milyonlarca bölümüne denk düşen bir canlı olduğunu unutmamak bir nebze de olsa insanı rahatlatıyor.