birkaç tanesi ile yakinen tanıştığım, hatta 1 tanesi de akrabamız olan vatandaşlarımızdır...
şimdi ben size akrabamız olan azniv yengemden bahsedeceğim...mekanı cennet olsun...
80'li yıllar, henüz çocuktum azniv yenge ile tanıştığımda.
azniv yenge babamın dayısının eşiydi.
babamın dayısı asker emeklisiydi. ilk hanımını kaybetmişti, çocuğu yoktu, emekli olunca da azniv yengem ile evlenmişler.
işte azniv yenge ve büyük dayımız 80'li yıllarda bize gelmişlerdi.
azniv yenge ermeni olduğu için bir hayli ilgimi çekmişti...
sonuçta 80'li yıllar, henüz çocuğum...
ilk defa bir ermeni göreceğim, hatta tanışacağım...
her neyse...
evimize ilk geldiklerinde ellerini öptüm dayının ve yengenin.
azniv yenge tipik bir istanbul hanımefendisi.
son derece şık giyinmiş 70'li yaşlarında bir kadın.
ilk gördüğümde cidden şaşırmıştım.
zira o çocuk aklımla kafamda yarattığım ermeni tasfirine hiç uymuyordu azniv yenge.
sanırım ermeni olduğunu kafamda şekillendirmiş, cadıya benzeyen, kötü kalpli, çirkin bir kadın olarak hayal etmiştim onu...
ama azniv yenge böyle biri çıkmadı tabi ki...
dolayısıyla benim hayallerim ve kafamda canlandırdığım "ermeni yenge karakteri" bir an içinde yerle yeksan olmuştu.
onun şaşkınlığını yaşıyordum...
karşımda duran ermeni kadın bir cadı değildi, çirkin de değildi, gayet bakımlı şık bir cumhuriyet kadınıydı.
tıpkı öğretmen mualla teyze'ye, yahut komiser adil abinin hanımı fatma teyze'ye benziyordu...
tipik bir türk kadınından, anadolu kadınından bir farkı yoktu.
yani o gün kafamda canlandırdığım ermeni karakter tipi bozguna uğramıştı...
tıpkı bizim gibi türkçe konuşuyordu. hatta çevremdeki pek çok kimseden daha düzgün ve akıcı konuşuyordu türkçeyi.
ilerleyen yıllarda birkaç kez daha görüşmüştük.
1989 senesiydi...
babamın dayısı rahmetli olmuştu, cenaze-defin işleri için biz de istanbul'a gittik.
sarıyer'de bir köşkte oturuyorlardı. (köşk vallahi, bildiğin köşk. kocaman 3 katlı, bahçeli falan)
babam ve amcam rahmetli dayısının cenaze işleri ile uğraşırken, ben de azniv yenge ile köşkte kaldım.
konu komşu geliyordu sürekli, gelenlerin isimlerinden dolayı birkaçının ermeni olduğunu anladım. bizden bir farkları yoktu. yengeme "başın sağolsun, allah rahmet eylesin" diyorlardı. ben de her gördüğüm ermeni sonrası şaşırıyordum.
ertesi gün cenazeyi defnettik, babamlar yorgun olduklarından erkenden yattılar. ben de yattım ama uyku tutmamıştı. 3. kattaki misafir odalarından orta kata indim. köşkün orta katında kocaman bir sofa vardı, azniv yengeyi sofanın camının önünde oturur buldum gecenin bir yarısı. beni gördü, titrek bir sesle "gel çocuğum" dedi.
çekingen bir şekilde gittim yanına...
ona adeta "sen ermenisin, ne alaka türklük" der gibi "nasıl yani" dedim.
o da bana ailesinin en az 300 senedir istanbul'da olduğunu, dedesinin sarayın boya işlerini yaptığını falan anlattı. bu köşk de ona dedesinden kalmış zaten.
ailesinden kimse yoktu gerçekten. ne kardeşleri, ne yeğenleri...hiç kimsesi yoktu. bir rahmetli kardeşi varmış, onun oğlu da fransa'ya yerleşmiş onu anlattı. ama araları bozukmuş.
"neden" diye sordum...
işte o sorduğum soru ile henüz 13 yaşındayken ilk defa "sözde ermeni soykırımı" terimi ile tanıştım...
yeğeni bu soykırım masalına inananlarla birlikte azniv yengeye geliyor, evlerinde kalıyor falan. bu arada rahmetli dayımın asker olduğunu öğreniyorlar, yengeye "sen nasıl pis bir türk subayı ile evlenirsin, onlar bizi kesti, soykırım yaptı" diye hakaret ediyorlar. azniv yenge de evden kovuyor onları.
"biz 300 yıldır istanbulluyuz, bu yeğenim de istanbullu, soykırım dediği büyük felaket, savaş zamanıdır. savaş zamanında ailemiz hep istanbul'daydı. tehcire hiçbirimiz tabi tutulmadık, tehcire zorlanmadık..."
tehcir, büyük felaket(metz yegern), soykırım...
bütün bunları ilk defa duyuyordum o gece.
ve azniv yengem bana her şeyi bilale anlatır gibi anlattı.
kafamda hala soru işaretleri kalmış olacağını farketmiş olmalı ki, gündüz komşu kadınlar geldi.
tina, anna, alis, flora ve lusin hanımlar ile sohbet ettik.
bu teyzelerin anlattıkları da yengemin anlattıklarının aynıydı. onlar da kendilerini türk olarak tanımlıyor, soykırım diye bir şey olmadığını söylüyorlardı...
neyse, artık bursa'ya dönme vakti gelmişti.
azniv yenge ardımızdan gözyaşları döktü. babam "yengecim gel bir süre bizde kal" diye ısrar etmesine rağmen, "burayı bırakamam" diyerek gözyaşları içinden arkamızdan baktı azniv yengem...
malesef bu onu son görüşümdü...
yalnızlık ve kimsesizliğe dayanamamış dayımın ölümünün üzerinden 1 sene geçmemiş olmasına rağmen azniv yengem de vefat etmişti...
geçtiğimiz sene büyük dayımın cenazesi için geldiğimiz köşke bu kez büyük yengemizi son yolculuğuna uğurlamak için geldik.
sarıyer'deki meryem ana kilisesinde son yolculuğuna uğurladık yengemizi.
babam, annem, amcalarım, yengelerim, babaannem, izmir'den gelen akrabalarımız...
azniv yengemizin sahipsiz, kimsesiz olmadığını gösterdik herkese.
o bizden biriydi, ailemizin bir ferdiydi. ne mutlu türküm diyene diyen bir cumhuriyet kadınıydı...
o gün meryem ana kilisesinde hiç olmadığı kadar müslüman cemaat vardı. kilisede bulunanların şaşkınlıklarından bunu anlıyordum.
komşu ermeni kadınlardan biri babama sarıldı, "siz sağolun evladım, çok duygulandık, azniv hanım sizinle her zaman gurur duyuyordu, gözünü arkada bırakmadınız" diye teşekkür etti.
işte benim hayatıma giren, içimizdeki ermeniler ile ilgili hikayem böyle...
ama bitmedi...
ertesi gece köşkte oturuyorduk, birkaç gün daha kalıp dönecektik. babam amcamla yarın kaymakamlığa gidelim diye konuştu. "neden" diye sorduk...
babam hepimizi salonda topladı.
geçen sene dayımın cenazesine geldiğimizde, azniv yenge babamla birlikte kızılay ve mehmetçik vakfına gitmişler. köşkün yarısını kızılay'a, yarısını da mehmetçik vakfına bağışlamış azniv yenge...
artık kafamda tek soru işareti bile kalmamıştı...
biz türkler, ermenilere soykırım yapmakla suçlanıyorduk.
ama bir ermeni malını mülkünü kızılay ve mehmetçik vakfına bağışlıyordu...
şayet biz ermenilere soykırım yapmış olsaydık, böyle bir şey olabilir miydi???
bizler asil bir milletiz.
tarihin hiçbir döneminde, hiçbir millete soykırım yapmadık, katliamlara girişmedik.
her zaman mazlumun, yoksulun, güçsüzün yanında olduk.
her zaman "beklenen" olduk...
bizim nasıl bir millet olduğumuzu en iyi bizimle birlikte yüzlerce yıl yaşayan ermeniler, rumlar ve yahudiler bilir...