şu aralar 19yy orta avrupa tarihi okuyorum. avusturya, italya, almanya gibi. ilginç bir şey dikkatimi çekiyor. bir defa bismarc sanıldığı kadar alman milliyetçisi değil. o anlamda romantik olmaktan uzak, tersine tam bir realist. siyaseten alman birliğinin ihtiyacını fark ediyor. alman devletlerinin avrupa dengesinin bozulduğu her an yok olma tehlikesi içinde olacağını biliyor. yoksa devrimci olamayacak kadar muhafazakar ve geleneksel otoriteye inanmış biri. çok benzer şekilde italya'da da risorgimentonun siyasal önderliğini cavour yaptı. halbuki cavour da güney'e karşı ön yargılı, milliyetçi anlayıştan fazlasıyla yoksun biriydi. biraz da siyasette hamle gücünü mazzini ve garibaldi'ye kaptırmamak için bu ipi göğüslemek durumunda kalıyor. bu bize ne gösteriyor? Tarihte bireylerin rolü sandığımızdan küçük. derin dalgalar var. bu derin dalgalar tarihin akışını belirliyor. en tepedekiler değişimin ve maddi şartların kaçınılmazlığı karşısında duramayacağını kavradıklarında buna ayak uydurup tarihe geçiyorlar. değişimin karşısında duranlar helak oluyor çoğu zaman. doğru zamanda doğru zamanda bulunmak gibi bir şey. gerçi bunun da istisnası var, o da prens metternich. o bile biliyorsunuz ciddi direnişinden bir noktada yani 1848'de kaçarak kıvırdı. bence bizim çok partimi hayata geçişimizde de durum bu. ismet paşa değişimin geldiğini biliyordu. mecburen çok partili yaşama geçişe onay verdi. bu değişimin karşısında durması halinde o dönemin diktatörlerinin başına gelenleri bir gözünün önünden geçirmiştir bence. gerçi onun da bir istisnası var. franco. ama franco'da durum daha farklı. neyse, derse geçeyim bari.