veba geceleri

entry12 galeri
    6.
  1. nobel almış bir yazarın son ve müthiş kitabı. yıldızlar yanıp sönüyor tepemizde. sanki havai fişekler patlıyor dört yanımızda. reklam kampanyaları. mutlaka oku anlamında söyleşiler. hayranlıkta tavan. beş yıl üç yüz kırk beş sayfa. hele covid günlerine rastlaması da ayrı bir kehanet, yazarımızın büyüklüğünü anlamamız için adeta bir işaret.

    kapak resmini de kendi çizmiş. demek ki nasıl bir heyecana kapılmış ki resmi bile kimseye bırakmamış, fırçayı eline almış.

    peki veba geceleri nasıl bir roman? nasıl bir sanat eseri?

    veba geceleri’ni okuyan biri birkaç sayfa sonra romanın asıl amacını, bütün kurgunun ardındaki belki sipariş üzerine tasarlanmış konuyu keşfeder.

    veba geceleri minger denen yazarın uydurduğu bir adada geçer. o kadar ayrıntılı bir ada tablosu çizilir ki bu nedenle yazarın asıl niyetini ilk başta anlamayanlar olabilir. ayrıntılarla önünüze kelimelerle adeta barikatlar kurulmuştur.

    adada veba salgını başlar. devir abdülhamit devridir. (vahdettin olsaydı amaç en başından belli olacaktı. romancı belli ki burada tarihle oynamış.) adaya abdülhamit’in yeğeni ve onun kocası dr. nuri yollanır. vali sami paşa dahil herkes veba ile boğuşmaktadır artık.

    bu arada yedi düvelin donanmaları adayı ablukaya alır. bunların arasında padişahın donanması da vardır. vahdettin ve düvel-i muazzama iş birliği artık ortadadır.

    ve asıl kahraman artık belirmeye başlar.

    kolağası kâmil!

    (kapak resminin sağ alt köşesinde belirtilen, tek madalyalı, dikkat edilmezse görülmeyen bir figür.)

    yunan savaşından başka savaş görmemiş, tek madalyası olan, askeri okulu derece ile bitirmiş, annesinin ikinci evliliğinden dolayı ona kırgın, ince bıyıklarını yukarı doğru tarayan yakışıklı genç subay. romanda onun için şu satırlar da var:

    “genç subayın o anda tarihin kendisine vereceği büyük rolü o sırada aklından geçirmediği…”

    kolağası kamil’in evinin bahçesinde çocuk iken kargaları kovaladığı da araya sıkıştırılmıştır. hala anlamayanlar için. vebanın korkunç boyutlara geldiği bir gün kolağası kâmil postaneyi basar, bütün telgraf sistemine el koyar. ve daha sonra bir rum bir eczacının amblemini taşıyan komik bir bayrağı sallayarak komutan kâmil olur, daha sonra da cumhurbaşkanıdır artık.

    mustafa kemal atatürk’ün telgraf sistemine ne kadar önem verdiğini, kurtuluş savaşı'nda ilk iş olarak bu sistemi düzenlediğini bilenler kolağası kamil’in postaneyi basmasındaki ince noktayı anlayacaklardır mutlaka. uyduruk bir bayrak da yine kolağası kâmil tarafından dalgalandırılmakta, türk bayrağının yazarın gözündeki yeri iyice anlaşılmaktadır.

    acaba orhan pamuk bu romanı yazarken ne biçim duygular içindeydi?

    “eyy avrupa anla artık anla beni. ben sizdenim. onlardan değilim. atatürk benim için tek madalyalı kolağası kâmil. uyduruk ada, uyduruk bayrak, uyduruk dil. mingerce yani. dil-i geçmiş zamanın dili. türkiye gibi. beş yılda beş kere daha hak ettim verdiğiniz nobel’i.”
    2 ...
bu entry yorumlara kapalı.
© 2025 uludağ sözlük