arka sokağımızdan 20 yıllık komşumuz olan dünya tatlısı selahattin amca elinde bir kağıtla dükkana geldi ve şöyle dedi; "evladım, karşıda oturan kızım bana şu kağıtta yazan falanca numaralı aile hekimliğinden telefonla randevu almış ama ben hangi aile hekimliği olduğunu bilemedim. ders çalışmak için kullandığın bilgisayarın buradaysa, internetten bu hekimliğin adresine bir bakabilir misin sana zahmet?"
zahmet ne kelime... açtım, kurdum laptopu hemen. bağlandım internete.
dakikalarca aradım taradım, ama ilçede selahattin amca'nın bahsettiği numarayla kayıtlı bir aile hekimliği bulamadım.
"üzgünüm selahattin amcacım, bu numarayla kayıtlı bir aile hekimliği görünmüyor maalesef."
bana zahmet verdiğini düşünüp ızdırap çektiği ve mahcubiyeti her halinden belli şekilde "kusura bakma evladım, zahmet verdim sana. ben en iyisi kızımla yeniden konuşayım. duruma göre tekrar gelip, rahatsız ederim seni" dedi.
"estağfurullah, o nasıl söz, bekliyorum tekrar, selametle" deyip uğurladım. hatta kızını benden aramasını teklif ettim ama kızının numarası yanında değilmiş.
o bu kadar mahcup davrandıkça ben "acaba kendisini bu kadar mahcup hissettirecek kadar soğuk ve mesafeli mi duruyorum" deyip on kat vesvese yapıyorum o esnada.
velhasılı, 20 dakika kadar sonra geri döndü.
"öğrenebildin mi selahattin amca, adres falan bulabildin mi?"
"öğrendim evladım, şu bizim yukarıdaki caminin altındaki sağlık ocağıymış."
"e peki öğrendiysen..."
sustum, duraksadım, devamını getiremedim. "tekrar neden geldin" diye bir şey ekleyemedim, öyle bir soru o niyetle olmasa bile böyle nazik bir insana karşı kaba kaçar gibime geldi.
ama o anladı sanırım.
"tekrar geleceğimi söylemiştim, şimdi gidip işimi hallettikten sonra haber vermemek olmazdı. boş yere beni beklemeyesin diye geri gelip, sana haber vermek istedim. halloldu işim oğlum, teşekkür ederim."
şu güzel adamdaki inceliğe, nahifliğe, nezakete bakar mısınız? kaç tane kaldı böyle adamlardan?
* * *
Kaç tane kaldı bilmem ama, bir tanesi daha eksildi.
dün, öğlen saatleri...
yine oturmuşum, ders çalışıyorum dükkanda. camiden gelen bir sela sesi var.
"semtten yine bir cenaze çıkmış, Allah rahmet eylesin" dedim içimden.
beş dakika geçti geçmedi, komşu esnaf murat abi geldi dükkana:
"duydun mu, selahattin amca vefat etmiş. okunan sela onun içindi."
o an yaşadığım şaşkınlığı ve daha ziyade üzüntüyü izahtan varesteyim.
öğreniyorum ki sabaha karşı lavaboda fenalaşmış, düşüp beyin kanaması geçirmiş. hanımı ambulans falan çağırmış ama maalesef kurtarılamamış bu güzel adam.
çocukken cuma namazlarına çok erken giderdim, her gittiğimde de ikinci giden olurdum hep. çünkü ilk giden mutlaka selahattin amca olurdu. selamlaşır, hasbihal ederdik namaz öncesi.
bu güzel insanın daha önce pek deşmediğim gizemli mahremini, vefatını haber alınca apar topar abdest alıp cenaze namazına yetişmek için gittiğim o camimizde, cemaat ondan konuşurken öğrendim. meğer ben daha doğmadan önce 2 kez evlat acısı yaşamış; o iki gencecik evladından birini trafik kazasına, birini kansere kurban vermiş. sağ kalan tek evladı, kendisine randevu alan kızıymış.
doyamadan toprağa verdiği evlatlarına başka bir alemde kavuşan bu eski istanbul beyefendisine Allah'tan mağfiret dilerim, umuyorum mekanı cennet olur. biz komşuları olarak kendisinden ziyadesiyle razıydık, Allah da ondan razı olsun.
her kaybettiğimiz yakınımızın ardından üç beş gün mırıldanıp sonra yine unuttuğumuz bir gerçek var ve biz unuttukça o gerçek kendisini muhtelif vesilerle tekrar tekrar hatırlatıyor;