herşeyin birşey olmaya geldiği, ve herkesin aslında hiç bi bok olamadığı insan aleminde gerçekleşir bu hadise, okumayı tercih edersin evinden 730 km. ileride ki ne idüğü belirsiz bir okula gidersin.
ilk dersin aslında insanları tanımaktır, içinde bulunduğun dersliğin penceresini kapatan siyah perdelerden sabahın ilk saatlerinde giren güneş bi an kaybolur, içerde seninle aynı kaderi paylaşan insanlar, ama sadece kilometreler farklı.
kıvırcık saçlı gözleri seninkinin kahverengiliğinde bir kız görürsün, zaten yanlızlığı oturtacak bir çığlık arar durur gözlerin.
deprem anında evlerini boşaltan insanların sesinde ki o acayip sessizlik yangın merdivenine yöneltir, hiç senin olmayan ayaklarını.
evlerine gelip o hiç kimsenin sevmediği pencere kenarı senin tek yaşam kaynağın olur, dışarda yüzlerce apartman vardır onları izlersin, içinde ki yaşanmışlıkları kafana takmadan.
ve onun geçişini izlemeye koyulursun, geçerken arkalardan bir ses uzanır taa beyninin en sakladığın tarafına, bak bak gördün mü kanka kızı?
içinden oyuncağının tek tekerini kaybeden bir çocuk bağırtısı uzanır seninde, ama susarsın.
herkesin tanışması için düzenlenen yemekler olur, sanki insanlar açken kaynaşamazlar.
içimden hep düşünürüm işte afrika da insanlar bu yüzden birbirini bu kadar koruyor, gitmek istemezsin dışarda içilen bir litre şarabın tadı daha bi başka olur çünkü.
herkes evine dağılmaktadır yemekten, sende evinin yolubna koyulursun, adım adım, adam adam.
kapıyı açtığında işte o küçücük kız durmaktadır, kankanın işte yeni yengen demesiyle zaten kafan da bulunan iç beş çivide düşer, insanlar sur'un üflendiğinde olduğu gibi unufacık olur gözlerimde.
ve tabi ki ayrılık onları erken bulur, artık senin kocaman aşkına ne söylesen yanlıştır ama böyle yanlışa herkesin bir kere de olsa ihtiyacı vardır.