"yuvarlakta düz" gibi bir saçmalık ve mantık hatası ve gerçekliğe muhalefet ihtiva eden terkip.
zaman, sadece bir kavram, ve soyut bir kavram. zaman üzerinde durulabilen, işlenebilen bir şey, bir mekan, bir aralıksız bir süregelme, bir boyut değil.
evet ! aynştayn yanıldı, en azından bazı noktalarda.
evet ! onun yanılabileceğine hükmedebilecek kadar aklıma ve bilgime güveniyorum.
hayır ! düşündüğün gibi kibirli, kendini beğenmiş, çok bilmiş biri değilim.
hayır ! insanları putlaştıran, ve "bilim" dini rahiplerinin "hata yapmaz" ve dokunulmaz olduklarına inananlardansan, hemfikir değiliz, kafamız uyuşmaz.
"zaman" diye isimlendirdiğimiz mefhum, tıpkı bizim "video" , "film" diye isimlendirip -bildiğimiz halde, bile bile- kendimizi aldattığımız, yanılsamaya hakikat muamelesi yapıp, gerçekle yer değiştirttiğimiz bir "ilişki". nasıl ki bize 1 saniyelik gelen bir video kaydı aslında 24 'sabit' resim/fotoğraf karesinin, ardarda çok hızlı bir şekilde birbiri ardına gelmesiyle oluyor ve biz onu "gözlerimizin yaratılışı icabı" yeknesak, tekdüze, aralıksız, mütemadi, sürekli gibi hissediyoruz, zannediyoruz. zaman da birbiri ardına, çok küçük zaman birimleriyle gerçekleşen hadiselerin art arda gelmesi neticesi bize tek parça gibi gelmesi yanılsamasından ibaret.
yani "dün" aslında yok. evet çünkü "dün" bir yer değil. şu anda durmuyor, dün mevcut değil. 'dün'ü oluşturan art arda gelen oluş ve kılışların, milisaniyelerle ölçtüğümüz toplamına zaman desek de, dün aslında yok. yani bir nesne olarak, bir 'şey' olarak yok, durmuyor. zaman çizgisel bir boyut değil, belki farkedilemeyecek kadar küçük ve çok noktaların kronolojik sırayla art arda algılayışımıza verdiğimiz isim. tıpkı saat, dakika, saniye gibi kavramlar da gerçekte elle tutulur şeyler değil, bizim bazı şeyleri basitleştirme, sembolize etme ve kolaylık olması için mevcut olan ölçüler. tıpkı metre gibi.
ama büyük bir farkla, metreyle ölçülen şeyler gözle görülen, elle tutulabilir somut gerçek nesneler. zaman mevzu bahis olduğu zaman elimizde böyle oynayabileceğimiz, üzerinde durabileceğimiz, işleyebileceğimiz, inceleyebileceğimiz bir oyuncağımız YOK ! yani üzerinde durduğumuzu sandığımız tahta, ayaklarımızın altında değil aslında !
yine insanın "şiddetli bilme arzu"sunun sebep olduğu bir başka netice. bilememe'yi kabullenemiyor. ve her şeyi anlayabileceğini, idrak edebileceğini, kavrayıp kuşatabileceğini, hakim olabileceğini sanıyor, gülünç şey ! bundan dolayı da adına zaman dediği "efsane"yi bir bilimkurgu filmi evreni, bir uydurulmuş süperkahraman misali, yahut yaratılmışlar gibi, insana benzer "hayali" tanrılar gibi bir varlık olarak kabul ediyor. yine büyük bir fark var:
bir bilimkurgu filmi izlerken, -en azından- öncesinde ve sonrasında -en azından birkaç dakika sonra- onun gerçek olmadığının, uydurma ve insan ürünü olduğunu bilir, ve böylece inanırız, tabi 12 yaş altı hayalperest bir çocuk yahut psikiyatrik bir klinik vaka, veya biçare bir meczup değilsek.
fakat zurnanın zırt dediği yer, ve işin sırrı, sihri şurada, ki bu şey aynı zamanda bu "yanılsama"nın ve "kabul"ün bu kadar -hem de katiyet derecesinde- "inanılmasına" sebep oluyor. evet, 'bilim' dini inançlarla dolu. ve keza dürüst ve sahte din alimleriyle de. yanlışların yüzünden doğruların varlığını inkar filan etmiyor, onlara söz filan söylemiyorum. ama bu yanlışların yanlışlıklarını doğru yerine de koyamam ya ! akıl var mantık var.
bu "kutsal (!)" "bilim insanları"nın buyrukları "şüphesiz"ce kabul ediliyor. son zamanlarda bu 'din' gitgide daha da revaç buldukça, bildirileri de daha sorgulanamaz oluyor, hele de "sıradan" insanlar için. yani çoğunluğun söylediğini, düşünmeden, muhakeme etmeden, ölçüp biçmeden kabul etmeye meyilli olanlar, veya şu veya bu mercilere akıl ve vicdan'ı yok sayarak bazı menfaatleri uğruna taparcasına söylediklerini kabul edenler.
einstein ve başkaları, ve bugünküler, "bilenler" bilirler ki 'bilim' bir "tasvir"dir. fakat herkes bu 'kainat' resmini doğru okumaz veya okuyamaz. yani "bilim" de üretilmiş bir başka kavram, soyut bir mefhumdur. haddizatında "bilim" diye bir şey yoktur. "insanlar" olmaksızın 'bilim' diye bir şey düşünülebilir mi ?
"insani; düşünme, bilme, ölçme vs. melekeler"i düşünmeksizin bilimden bahsedilebilir mi ? tıpkı matematik gibi, sayılar gibi.
bilim denen meret, insanların üretip dahil olduğu bir disiplin, bir platformdur. eğer bir kere bu gerçeği anlayıp farkına varılabilirse, yani işin içindeki 'insan' faktörü anlaşılır, dahası işin tamamıyla insanlar üzerinden ve onlara muhtaç olarak yürüdüğü "gör"ülürse, o zaman insan'a dair var olan ne zaaf varsa, aynılarının o insan'ın ürünü olan, eli değen, eliyle şekillenen "bilim" nesnesi için de geçerli olduğunu şüphe götürmez şekilde kabule mecbur olur.
yalan, yanılma, noksanlık, eksiklik, eğrilik, sınırlılık, acizlik, şaşırma, unutma, hile...
şimdi, beni "akl-ı selim" vicdanlarla muhakeme edin. tabi önce vicdanınız'ı, "akl-ı selim"e sahip mi diye...