Bu âyet, nazar-ı dikkati hurma ve üzüme celbedip der ki: “Aklı bulunanlara, bu iki meyvede tevhid için büyük bir âyet, bir delil ve bir hüccet vardır.”
Evet, bu iki meyve hem gıda ve kut hem fakihe ve yemiş hem çok lezzetli taamların menşeleri olmakla beraber,
susuz bir kumda ve kuru bir toprakta duran bu ağaçlar,
o derece bir mu’cize-i kudret ve bir hârika-i hikmettir
ve öyle bir helvalı şeker fabrikası
ve ballı bir şurup makinesi
ve o kadar hassas bir mizan
ve mükemmel bir intizam
ve hikmetli ve dikkatli bir sanattırlar ki
zerre kadar aklı bulunan bir adam “Bunları böyle yapan, elbette bu kâinatı yaratan zat olabilir.” demeye mecburdur.
Çünkü mesela, bu gözümüz önünde bir parmak kadar asmanın üzüm çubuğunda yirmi salkım var ve her salkımda şekerli şurup tulumbacıklarından yüzer tane var.
Ve her tanenin yüzüne incecik ve güzel ve latîf ve renkli bir mahfazayı giydirmek
ve nazik ve yumuşak kalbinde, kuvve-i hâfızası ve programı ve tarihçe-i hayatı hükmünde olan sert kabuklu, ceviz içli çekirdekleri koymak
ve karnında cennet helvası gibi bir tatlıyı
ve âb-ı kevser gibi bir balı yapmak
ve bütün zemin yüzünde, hadsiz emsalinde
aynı dikkat, aynı hikmet, aynı hârika-i sanatı, aynı zamanda, aynı tarzda yaratmak,
elbette bedahetle gösterir ki bu işi yapan;
bütün kâinatın Hâlık’ıdır ve nihayetsiz bir kudreti ve hadsiz bir hikmeti iktiza eden şu fiil ancak onun fiilidir.
Evet, bu çok hassas mizana
ve çok maharetli sanata
ve çok hikmetli intizama,
kör ve serseri ve intizamsız
ve şuursuz ve hedefsiz
ve istilacı ve karıştırıcı olan kuvvetler ve tabiatlar ve sebepler karışamazlar, ellerini uzatamazlar.
Yalnız, mef’uliyette ve kabulde ve perdedarlıkta, emr-i Rabbanî ile istihdam olunuyorlar.