Rıza nur, Sinop’ta doğdu. imamoğlu diye bilinen bir aileden kunduracı Mahmud Zeki Efendi’nin oğludur. ilk öğrenimini burada yaptı, rüşdiye tahsilinden sonra istanbul’a gitti. Soğukçeşme Rüşdiyesi’ne yazıldı ve on altı yaşında burayı bitirdi. Aynı yıl Tıbbiye idâdîsi’ne girdi ve Askerî Tıbbiye’den yüzbaşı doktor olarak mezun oldu (1901). Alman hekimlerin idaresinde bulunan Gülhane Hastahanesi’nde ihtisas yaptı. Bu sırada Fransızca bilgisini geliştirdi. ileride soyadı olan “Nur” mahlasını burada asistanken aldı. Mezuniyet tezi olarak hazırladığı Fenn-i Hıtan adlı eserinin basılmasıyla (1905) tanındı, bu eseri daha sonra Almanca’ya çevrildi. 1907’de cerrahî profesörü, 1908’de binbaşı oldu. Askerî Tıbbiye öğrencisiyken avukat Bahâ ve Manyasîzâde Refik beylerin rehberliğiyle ittihat ve Terakkî Cemiyeti’ne girdi. II. Meşrutiyet’in ardından 4 Şubat 1909’da yapılan seçimlerde Sinop’tan milletvekili seçildi. Ancak bir müddet sonra uyum sağlayamadığı ittihat ve Terakkî’den istifa edince kürsüsü lağvedilerek profesörlükten çıkarıldı ve rütbesi kolağalığa indirildi. Bunun üzerine Prens Sabahaddin’in fikirleri etrafında toplananların kurduğu Ahrar Fırkası’na katıldı. Ardından Hürriyet ve itilâf Fırkası’nın kurulması için çalıştı. 1912 seçimlerinden sonra bu fırkadan da ayrıldı, Prens Sabahaddin taraftarlarıyla birlikte ittihat ve Terakkî’ye karşı siyasî faaliyetlerde bulundu. 23 Ocak 1913’teki Bâbıâli Baskını neticesinde ittihatçılar’ın iktidarı ele geçirmesi üzerine tıp tahsili bahanesiyle yurt dışına sürüldü. Önce Köstence’ye gitti, ardından Cenevre’ye geçti ve burada bir hastahanenin cerrahî kısmında çalıştı. Arkadaşlarının davetiyle gittiği Nice’te eski Serasker Şükrü Paşa’nın kızı iffet Hanım’la evlendi. Kısa bir süre Paris’te kaldı, oradan Mısır’a geçti.
Mondros Mütarekesi’nden sonra istanbul’a dönerek son Osmanlı Meclis-i Meb‘ûsanı’na Sinop mebusu olarak girdi. Meclis dağıtılınca Ankara’da toplanan Büyük Millet Meclisi’ne katıldı. Millî Mücadele hükümetlerinde Maarif (1920-1921), Sıhhiye ve Muâvenet-i ictimâiyye vekili sıfatıyla bulundu, bir süre Hariciye Nezâreti’ne vekâlet etti. 1921’de fevkalâde murahhas sıfatıyla Moskova’ya gitti. Burada Afganistan ile imzalanan antlaşmanın metnini kaleme aldı. 5 Ağustos 1921’de yasalaşan ve Mustafa Kemal’e geçici bir süre için geniş yetkiler tanıyan Başkumandanlık Kanunu tasarısı meclise Rıza Nur ve arkadaşları tarafından verildi. Sakarya Meydan Muharebesi esnasında doktor olarak görev yaptı. 1 Kasım 1922 tarihinde saltanatı kaldıran kanunun metnini kaleme aldı. Lozan Konferansı’na ikinci delege sıfatıyla katıldı. 1923’te yapılan seçimlerde yine Sinop’tan milletvekili oldu. Ancak bu dönemde kendini daha çok yazı hayatına verdi, on iki cilt tutan Türk Tarihi’ni yazdı. Sinop’ta bir kütüphane kurarak gelir kaynakları ile birlikte Maarif Vekâleti’ne vakfetti. “Türklüğü yükseltmek için” kurduğu bu vakfa 4000 kitap bağışladı. Ayrıca ölümünden sonra mütevelliliğe getirilecek kişinin anne ve baba tarafından iki göbek atalarının Türk olmasını şart koştu. Mustafa Kemal’in idaresiyle anlaşamadığından 1926’da yurt dışına gitti. Paris’te (1926-1933) ve iskenderiye’de (1933-1938) yaşadı. 1931’de Leiden’de toplanan Müsteşrikler Kongresi’nde Reşid Saffet’le (Atabinen) beraber Türkiye’yi temsil etti.
Daha sonra Türk tarihi ve Türkoloji sahalarında çalıştı. Paris’te Bibliothèque Nationale’de bulduğu Garp ocaklarına mensup şairlerin şiirlerini neşretti. Hece vezni üzerinde durdu. “Kantik” diye adlandırdığı “millî ilâhi” türünde şiirler yazdı. Paris ve iskenderiye’de Revue de Turcologie (Türkbilik Revüsü) adlı bir dergi çıkardı (sekiz sayı). Oğuznâme’yi kaleme aldı (6000 mısra). Tevfik Fikret, Ali Şîr Nevâî, Nâmık Kemal hakkında çalışmalar yaptı. Ebülgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türk’ünü Türkiye Türkçesi’ne çevirdi. Bir Türk operasının oluşmasını istediğinden bazı opera metinleri tercüme ve telif etti. Atatürk’ün vefatından sonra yurda döndü (Aralık 1938) ve Türkçü bir dergi olan Tanrıdağ’ı çıkardı (on sekiz sayı, 1942), Tasvîr-i Efkâr’da yazılar yazdı (1940-1942). 8 Eylül 1942’de istanbul’da öldü ve Merkezefendi Mezarlığı’na defnedildi. Türkçü söylemlere sahip olarak herkesi etnik kökenine göre ayıran Rıza Nur, mezar taşı üzerinde Orhon alfabesiyle adının yazılmış olmasının da işaret ettiği gibi kendini katıksız Türk sayar. Kendi değerlendirmesine göre berbat bir evlilik yaşamış ve 1932’de boşanmıştır. Çocuğu olmadığından Nihal Atsız’ı mânevî evlât edinmiştir. Maarif vekilliği esnasında Hars Umum Müdürlüğü’nü kurarak atasözlerini, bazı şiirleri ve halk oyunlarını tesbit ettirmeye çalışmış, mimari eserlerin dökümünü çıkartıp tescile gayret etmiştir. Türkçe isimlerin kullanılması ve yaygınlaştırılması için listeler düzenlediği gibi ibtidâîyi ilk mektep, idâdîyi orta mektep ve sultânîyi liseye çevirmiştir. Bunun yanında bürokraside yazışma dilini sadeleştirmek için çalışmalar yapmış, bu konuda hazırladığı tasarıyı hükümet kararı haline dönüştürerek devlet dairelerine tebliğ etmiştir.
Rıza Nur bir dini olmadığını beyan etmekle beraber dine saygılıdır. Dinin insanlığı kâh yükselttiğini, kâh taassup ve cehalete düşürüp bedbaht ettiğini, fakat yine de dindar olmak gerektiğini ileri sürer. Lozan görüşmeleri esnasında ilk defa ortaya attığını iddia ettiği laiklik karşılığı olarak isabetsiz bulduğu “lâdinî” kelimesinin yerine “nâsutî” kelimesini teklif eder. Devlet ve dinin birbirinden ayrılması gerektiğini tarihî bir uyanış eseri olarak ileri sürer. Hilâfeti Türk milletine üstünlük veren bir kurum diye görür, din ve devletin ayrılmasının vasıtası sayar. Ankara’da ilk hükümet oluşturulurken Şer‘iyye Vekâleti’nin ihdas edilmesine karşı çıkmıştır. Papalık gibi bir rol oynayabileceği beklentisiyle halifeliğin muhafaza edilmesinin bir fayda sağlayacağına inanır. Saltanatın ilga ve hilâfetin ibkasıyla ilgili kararlarda kendi ismini öne çıkartması ve asıl öneri sahibi olarak kendisini unutmasından dolayı Atatürk’ü tenkit eder. Hatta cumhuriyet ilân edilmesinin dahi kendi fikri olduğunu ileri sürer. Lozan’da ismet Paşa’nın cevaben vereceği bütün nutukları kendisinin kaleme aldığını belirtir. Burada azınlıkların askere alınması, patrikhâne, mübadele gibi konuları kendisinin yönlendirdiğini iddia eder. Özellikle Musul’un bırakılmasının ileride Kürdistan fikrini doğuracağı kanaatindedir ve bu yüzden anlaşmayı bu şekilde imzalamaya hazır olan ismet Paşa’ya karşı çıkar. ismet Paşa’nın bu konferans esnasındaki rolünü Ankara’daki hükümet ve Mustafa Kemal arasında haberleşmeye indirger.
Eserleri. Çeşitli konularda pek çok eseri bulunan Rıza Nur’un önemli çalışmaları şunlardır:
1. Türk Tarihi (I-XII, 1924-1926). Rıza Nur, Maarif Vekâleti’nce bastırılan bu eserini âlimlerin değil tarihlerinin Osmanlı Devleti ile başladığını zannedecek derecede bilgisiz olan öğrencilerin, gençlerin ve halkın ihtiyacını gözeterek “millî terbiye” için kaleme aldığını belirtir. Türk tarihini tarihî bütünlüğü içerisinde ve Türkçü bir bakış açısıyla ele alır. Kitabın hedef kitlesi halk olduğundan dilinin sade olmasına bilhassa dikkat eder. Eserde Türk yurdunun (Turan) sınırları çizildikten sonra Türk tarihi üç ana döneme ayrılır ve bu hususta Türkler’in islâmiyet’i kabulü esas alınır. Türkler’in müslüman olmasına kadar geçen devir eski Türk tarihi, islâm’ın kabulünden Meşrutiyet’e kadar olan dönem yeni Türk tarihi, Meşrutiyet ve Millî Mücadele dönemlerini içine alan devir de taze Türk tarihi olarak adlandırılır. Eserde o dönemde Türkiye dışında bulunan Türkler’in durumu ve nüfusları hakkında da bilgi verilir. Kitabın sonunda Türkler’in mitolojisi, dini, takvimleri, adları, ırkı ve sosyal yapısı hakkında bilgi aktarıldıktan sonra tarım, ticaret ve sanat faaliyetleri söz konusu edilir. Ancak eserin ilmî bir değeri yoktur.
2. Hayat ve Hâtıratım. Rıza Nur, Paris’te bulunduğu yıllarda kaleme aldığı, çocukluğundan 1935 yılına kadar gelen, hemen her şeyi anlattığı hâtıralarını diğer bazı eserleriyle birlikte (şiirleri, Türkiye’nin Yeni Baştan ihyası ve Fırka Programı, Cehennemde Bir Celse ve Topal Osman Operaları, Ziya Paşa’nın ikinci Zafernâmesi) British Museum’a teslim etmiş, 1960 yılına kadar açılmamasını şart koşmuştur. Bu eserler Cavit Orhan Tütengil’in araştırmaları sırasında ortaya çıkmıştır (1964). Hayat ve Hâtıratım istanbul’da 1967-1968 yıllarında dört cilt halinde neşredilmiş, 1982 yılında eski harfli metniyle birlikte Almanya’da (Frankfurt) tekrar basılmıştır. Eser Atatürk’e ve çevresindekilere ağır eleştiriler dışında sübjektif değerlendirmelerde bulunmasından ötürü yasaklanmıştır.
Kendisi ile ilgili düşüncelerim: ruh hastasının tekidir. Atatürk'e ve inönü'ye bir sürü iftira atmıştır. Eğer kafayı sıyırıp, bir de üstüne aşırı kıskanç olmasa, büyük bir türkolog ve türkçü olabilirdi.. Bana göre türkçülerin yüz karasıdır.. Atatürk'e ve inönü'ye saldıranlar hainler, genelde bu rıza nur denen deliden referans alırlar.. Rıza nur'u kaynak gösterenlere itibar etmeyiniz..