1921 yılının kış aylarıydı...
abd'de yayınlanan philadelphia public ledger gazetesi muhabiri Clarence Streit, anadolu'da bozkırın ortasında, anadolu'da yanan ateşin kalbi ankara'dadır...
ve ankara'dan philadelphia'daki gazetesine şu haberi geçer.
türkler savaşı çoktan kazanmış...sokaklarında develerin, kağnıların dolaştığı, elektriği olmayan, toz bulutları içindeki bu anadolu kasabasında shakespeare izliyorlar.
ingilizlerle savaş halindeler ama shakespeare'in eserini sahneye koyup kapalı gişe izliyorlar ve de alkışlıyorlar. bu türkler beni sanatın milli sınırları olmadığına ikna ettiler. üstelik tüm bunlar savaş sırasında gerçekleşiyor...
evet, abd'li gazeteci şaşırmakta çok haklıydı.
sakarya zaferi henüz kazanılmıştı, anadolu yokluk içindeydi, ordumuz büyük taarruz için hazırlıklara yeni başlamıştı, her bir merminin, her bir silahın, her bir bireyin çok önemi vardı...
ve tüm olumsuzluklara rağmen ankara halkı ahırdan bozma binada, gaz lambası ışığında tahta sandalyelerde hatta çoğunlukla ayakta "hamlet" izliyordu...
ankara'yı hamlet ile tanıştıran kişi otello kamil'di şüphesiz...
asıl adı kamil rıza'ydı...türkiye'yi shakespeare ile tanıştıran adamdı.
shakespeare'in othello adlı oyununu arabın intikamı ismi ile türkçeye uyarlamış ve sahneliyordu, bu yüzden kendisine otello kamil lakabı verilmişti. https://galeri.uludagsozluk.com/r/2108288/+
istanbul işgal edilip vatanseverler akın akın ankara'ya koşarken, otello kamil de boş durmamış, gezici kumpanyası ile birlikte ankara'ya gelmişti.
öyle ya, bu millete top, tüfek, mermi, erzak lazım olduğu kadar, insanlara moral de lazımdı.
işte otello kamil ve gezici kumpanyası da bu vazifeyi üstlenmişlerdi.
ülkenin, milletin en zor günlerinde anadolu'da bozkırın ortasında sanat yapıyorlardı...
otello kamil'in ankara günlerine nazım hikmet de şahit olmuş ve o günler için şunları yazmıştı;
--spoiler--
Ankara'da 921 kışında, ahırdan bozma salaş bir tiyatroda, gaz lambalarının ışığında ve ikide bir soğuktan avuçlarıma hohlayarak Otello Kâmil'i seyrettim.
Ömrümde ilk defa Şekspir’i seyrettim.
Abdullah Cevdet adında bir eski Jön Türk şairi Arap ve Acem sözcükleriyle dolu bir dille büyük üstadı Türkçeye çevirmişti.
Otello'yu, Hamlet'i filân okumuştum, şaşmıştım, hayran olmuştum, ama pek anlamamıştım.
Kâmil bir gezgin aktördü. Repertuvarında bir tek piyes vardı denilebilir.
Otello'nun, Otello'yu Papazyan üslubuyla oynadığını söylerler.
Ne yazık Papazyan’ı Otello’da seyretmek nasib olmadı.
Ama çırağı Kâmil'in Otello'suna bakıp ustasının ustalık kertesini kestirmek mümkün.
Kâmil, Ankara'da kaldığım aylar içinde Venedik Amirali’ni belki on kere oynadı, ben her keresinde ordaydım.
Şekspir'e hayranlığımı Abdullah Cevdet'in kötü, çok kötü çevirmelerine borçluyum, ama Şekspir’i bana Vahram Papazyan'ın çırağı Otello Kâmil anlattı.
Kâmil çoktan öldü, aç, sefil, hasta, göçüp gitti. Vahram Papazyan Sovyetler Birliği'ne geldi...
--spoiler--
işte bu güzel insanları anadolu'ya getiren, onlara tiyatro kurup oyun sergileme fırsatı veren şey mustafa kemal'in vizyonuydu.
çünkü o, cephede vatanı kurtaracağından emin, geleceğin türkiyesinin planlarını çoktan yapmaya başlamıştı.