koğuşta istirahat ediyoruz. koğuşun diğer ucundan birisi "muhittin dayı" diye seslendi.
tanımadığım bir ses, arkadaşlarımdan değil eminim.
kafamı ranzanın arasından uzatıp baktım.
nöbetçi kolluğu olan bir çocuk bakınıyor.
tekrar seslendi.
- muhittin dayı kim?
- efendim?
- ziyaretçin var.
bir saniyede onlarca düşünce, yüzlerce kişi geçti aklımdan.
ne tunceli'de ne de yakın illerde bir tanıdık yok.
binlerce kilometre öteden haber vermeden gelecek kimsem de yok.
askerde "ziyaretçi" büyük sevinç kaynağıdır. tabii bir de o sırada eğitimdeysen duble sevinç. sorgusuz sualsiz arazisin bütün gün. ama benim şanssızlığıma o gün istirahtteyiz.
yine de sevinçten çok daha fazla bir merakla kalkıp takıldım peşine.
ziyaretçi alanına girdik.
askerden önce tanıştığım, mesleki olarak sadece birkaç kez görüştüğüm, fazlaca samimi olmaya fırsatımız olmadığı bir arkadaşım karşımda duruyordu. yanında da babası.
tuncelililermiş.
kendisi izmir'de yaşıyordu.
ortak bir arkadaşımızdan tunceli'de asker olduğumu öğrenmiş, unutmamış ve ailesini ziyarete geldiği ilk gün babasına söylemiş. çıkıp gelmişler ziyaretime.
yüzbin kere "ihtiyacın var mı?" diye sordular sağolsunlar.
babası kartını bıraktı. "ara oğlum, gece, gündüz farketmez. ailen uzakta ama biz yakınız, bize misafirsin, bize emanet sayılırsın" dedi.
adamlığın şehirle, ülkeyle zerre alakası yok. bir şehre bakıp "adam çıkmaz" diyenin kendisi "adam" olamamıştır.