Ankara’nın meşhur dolmuşlarından birine en yakın arkadaşımla bindik. Şimdi gözünüzün önüne iki genç kız getirin. Biri 1.47 diğeri 1.72. Heh ben o 1.47 olanım. Yine miniklikten dertli olduğum bir gündeyiz. Tanrı bana da sağolsun çeneden torpil geçmiş, nefessiz “oraya yetişemiyorum, buraya yetişemiyorum. Bu endüstriyel tasarımcılar mühendisler hiç kısa insanları düşünmüyor” diye şikayet ediyorum. Arkadaşım da sabırla susmamı bekliyor. Bir ara benden boşluk bulup yukarıdaki Demire tutunmam gerektiğini aksi takdirde ilk virajda düşeceğimi söyledi. Ben de “benim oraya boyum yetmiyor. Sen tutun da ben de sana tutunayım” dedim. “Bi denesene” dedi. Bende elimi uzatıp “bak değmiyor” diyecektim ki bir anda elim değmeye hatta tutunabilmeye başladım. Fakat bu seferde ayaklarım değmiyordu yere. Bayrak gibi dolmuş demirine asılı kaldım. O panikle kurduğum cümle. “Tamam şimdi elim değiyor ama ayağım değmiyor. indir çabuk beni yere.” Bütün dolmuş tıka basa doluydu ve hepsi güldü sözlük. Herkes ama. Neyseki ineceğim yere gelmiştim o sinirle atıverdim kendimi dolmuştan.